ARŞİVPolitikaSait ÇetinoğluSlider

Evrensel Adaletin  Gür ve İnatçı Sesi: Raphael  Lemkin

Günümüzde de güncelliğini koruyan geçen yüzyılın en olağanüstü insanının elinden çıkmış, her kelimesi adalet terazisinde tartılmış otobiyografi üstüne yazı yazmaya kalkmışsanız sözlerinize çok dikkat etmeniz gerekir. Cümleleriniz çalışmaya yakışmalı ve mümkünse onları süslemelidir. Tepeden tırnağa bir adalet abidesi, insanlığın yüz akı Raphael Lemkin üzerine yazıyorsunuz.

Tamamen Gayriresmî kısmen otobiyografi, kısmen biyografi, kısmen anı ve kısmen de belge niteliğinde bir çalışma olduğu kadar, Soykırım Sözleşmesi’nin de biyografisi ve tarihçesi, kısaca bir kişisel tarihin ötesinde uygarlığın eleştirisi ve  evrenselliğin sorguya alınmasıdır. Yaralı şifacıların Soykırım Sözleşmesine şifa ve hayat verdiğini görüyoruz. Kişisel tarihin yanında Soykırım Sözleşmesi tarihi ve Soykırım tarihi olarak tarihin sesidir. Soykırım tarihi bugünün tarihi bağlamında ele alınmaktadır. İnsanlık tarihinde insanlığın yüz yüze kaldığı hayatta kalma sorunu ile ilgili birçok örnekler biyografiyi bir insan hakları tarihi niteliğine büründürür. İnsanlığın uğradığı soykırımlar sözleşme sürecinde bir bir örneklenirler. Soykırım tarihinden verdiği çarpıcı örneklerle ahlakı da sorgular. Bu bakımdan insanlığın uğradığı sayısız zulümleri, katliamları ve soykırımları bir kez daha hatırlarken bir hafıza tazelemesiyle birlikte kurbanları anma vesilesi olarak da önemli olduğunu düşünüyorum.

**

Lemkin bir hukukçu olmanın çok ötesinde bir kişiliktir. Lemkin her şeyi ve  her değeri sorgular. Otobiyografide her menzilde kendini sorgulamaktan ve eleştirmekten de geri durmaz.

Lemkin’in muhteşem bir gözlemci oluşu, bunu kolay ve doğallıkla yapmasını sağlar. Meslek guruplarını ve profesyonelleri eleştirirken, kendi mesleği de bundan kurtulmuş değildir.

Biyografi, yaşadığı dönemi, bulunduğu coğrafyaların tarihi kesitiyle beraber irdelerken tasvir o kadar mükemmeldir ki, tarih içinde tarihin sesi eşliğinde seyahat yapıyor gibisiniz. Tasvirlerin mükemmelliği sizi o coğrafyalara götürür. Diyaloglar öylesine canlıdır ki sanki kulak kabartmış gibisinizdir. Coğrafyamızın yakın ve uzak tarihi de ayrıntılı eleştirilerden nasibini aldığını ekleyelim.

Savaş içinde Sovyetlerin yada Reel sosyalizmin üstünkörü tasviri,  Stalinizmin çok ince eleştirisine dönüşür.

Lemkin uygarlığı sorgulayarak bir sonuca varmış ve insanlığa karşı işlenen suçları gündeme getirmiştir. Uygarlığın her değerini, kavramlarını, insanlığın durumunu, insanın algılarını sorgulamış ve yeniden yorumlamıştır. Uygarlığın dilemmasını dile getirirken çok nettir: Daha genç bir hukuk öğrencisiyken bir bireyin bir insanı öldürdüğünde yargılandığı, ama bir ulusal grubu katletme girişiminden dolayı bir hükümetin cezalandırılamıyor olması sadece onu düşündürmekle kalmamış aynı zamanda  rahatsız etmiş ve yaralamıştır.

**

Lemkin güçlü adalet duygusunu çok erken yaşlarda geliştirir. Bunda aile içi eğitim temel belirleyici kaynaktır. Annenin mükemmel öğretmenliği ve objektifliği ile eleştirel düşünce eğitiminin temellerinin atıldığı aileden kazanmıştır. İnsanlık ve adalet değerlerini, şiirlerle fablların tekrarlarıyla çocuk zihnine nakşetmesi ve geliştiği ortamın doğallığı, düşüncelerini ve davranışlarını son derece kolay, net ve doğal ifade etmesini sağlamıştır. Adalet duygusunun, düşüncelerinin ve eylemlerinin temel ekseni olmasının kaynağı budur. Değerlerindeki İnatçılığı da doğallığından kaynaklanmaktadır.

O günlerini şu sözlerle nakleder: Eşitlik, adalet ve dürüstlük aklın temel unsurlarıdır. Adil olmayan insan, yaşamın mantığa dayalı temelini yadsıyarak aptallığını sergiler. Bu masallardan aldığımız ders bizim için çok açıktı: adil davranmayanlar sadece ahmaklardır… Ayrımcılığın sona ermesi gerektiğine, adalet ile sevginin sonuçta üstün geleceğine kuvvetle inanarak büyüdüm. Adalet duygusu Lemkin’i  hiçbir koşulda terk etmemiştir. Zorda kaldığı durumlarda annesinin yoksullar ve masumlar üzerine söylediği şarkıları anımsayarak güç alır. Lemkin’de çocukluk dönemi anılarıyla korunmak ve bu anılarla  başbaşa kaldığı hüzünlü ortamını unutmak arzusu son derece güçlüdür:

İnsanlık vicdanının ifadesini, insanlığı kölelik, kadın ve çocuk ticareti, uyuşturucu ticareti, müstehcen yayınların dolaşımı, deniz haydutluğu, hatta denizaltı iletişim kablolarının imhası gibi kötülüklerden koruyarak bulduğunu raporumda belirtiyordum. Günümüzde bu türden suçlar zaten uygar devletler tarafından uluslararası antlaşmalarla yasaklanmıştı ve devletler bu suçları cezalandırmayı taahhüt etmişti. Peki, insanlık açısından, bir dinsel ya da ırksal topluluğun imhası, bir sualtı kablosuna zarar vermekten ya da bir gemiyi soymaktan daha mı az zararlıydı? Bir ulus yok edildiğinde, kaybolan bir geminin kargosu değil insanlığın önemli bir parçasıdır; dünyanın paylaştığı manevî bir miras yitirilmiştir. Bu insanların, bireysel herhangi bir niteliklerinden dolayı değil, sadece belirli bir dine ya da ırka mensup olmalarından, sadece zalim bir yönetimin onaylamadığı bir topluluğa ait olmalarından dolayı katledilmemeleri söz konusudur.  Bu kurbanlar dünyanın en masum insanlarıdır; annemin bana okuduğu Nadson’un şarkılarında sözü edilen onlardır.

Annesi ile olan son görüşmesini şu sözlerle özetlerken, soykırımla başbaşa kalacak olan  annenin soğukkanlılığına hayran olmamak elde değildir:  “Yükünü taşıdığın fikrin sevgiye dayalı olduğunu biliyorum ve yıllar boyunca uzaktan da olsa desteğimizle ve sevgimizle sana yardımcı olmaya çalıştık, ancak şimdi bu tamamen kesilebilir.” Annem derin bir iç çekti. “İnsanlığın korunması için çalışmalarını sürdüreceğini biliyoruz. Ne yazık ki buna her zamankinden daha çok ihtiyaç var,”

Birçok  bakımdan, Tamamen Gayrimeşru insan hakları savunucuları için bir terapi kitabı olarak okunmalıdır.

**

Olguların nakli ve açıklanmasında rehber olarak doğayı işaret eder; Lemkin’e göre  geniş anlamda doğanın dünyası tektir. İnsanın bir çavdar tarlasını ya da verimli bir araziyi iki arazi sahibi arasında bölüştürmesi ya da tarlasının sınırlarını çizmek için taşlar dizmesi doğanın umurunda değildir. Mülkiyet hakkını belirleyen sınırın her iki tarafında da aynı çiçekler açar; iki taraf da aynı gök kubbesi altındadır, aynı güneş ile aydınlanır, aynı yağmur ile ıslanır. Sözleriyle, ayrımcılığın yapay doğasını işaret eder.

Sorunları ifade ederken çözüm olarak insanlığın ortak değerlerine atıf yaparak bu değerleri adres gösterir. Çağrısı insanlığa ve insanlığın ortak değerlerinedir. Çağrısı da son derece naif ve  doğaldır: Evet,” “Bir bireyi öldürmek her ülkenin kanunlarında belirtilmiş bir suçtur —her ülke kendi inisiyatifi ve mahkemeleri aracılığıyla bunun icabına bakar. Ancak bütün bir halkın katli sadece bir ülkeyi değil bütün dünyayı ilgilendiren uluslararası bir suç olarak tanınmalıdır.  Bu tür suçluları cezalandırmak için devletlerin iş birliği gerekecektir, kitle katliamlarını gelecekte önlemek için bu zorunludur.  Böyle bir şey tekrar başladığında devletlerin müdahale etmesi gerekecektir. Suç işleyen yalnız çağdaşlarının önünde değil, tarih önünde de hesap vermek zorundadır.” Sözleri ile insanlığın karşı karşıya kaldığı tehlikeye karşı insanlığın, ortak birikimine sahip çıkamaması eleştirilir. Zira, Soykırımın uluslararası bir suç olarak tanınmasına rağmen, Soykırım tehlikesinin ortadan kaldırılması gerçekleşmemekte, gelecek günlere uzanmaktadır.

Bunda lemkin’in soykırım çalışmalarında esas aldığı eksenin anlaşılamaması yanında devlet yöneticilerinin keyfiliklerini “devletin hükümranlığı” kavramı ile sarmalayarak egemenliklerinin sorgulanmasını önlemeleri, egemenlerin kişisel çıkarlarını insanlığın çıkarı önüne koymaktaki  birliktelikleri,  kısaca; çıkarlarını sürdürme düşüncesinin temel eksen olması, koruma mekanizmalarının yeterince oluşturulmasını engellenmiş, kişisel çıkar/kişisel egemenlik ve ulusal çıkar/ulusal egemenlik insanlığın  geleceğinin önüne konmuş olduğunun yanında insanlığın değerlerine sahip çıkmadaki isteksizliği ve ekleyebiliriz.

Bu etmenler Lemkin’in düşüncelerinin yada insanlığın ortak temel haklarının hayata geçmesini önlemiş, soykırımların günümüze uzanmasını engellenememiştir.

**

Egemenlik, milyonlarca masum insanı öldürme hakkı olarak düşünülemez, diyen Lemkin, 15 yaşında haberdar olduğu Ermeni Soykırımından derinden etkilenir. Filolojiden hukuka yönelmesinde temel etmenin Ermeni Soykırımı ve Soykırım suçlularının cezasızlığıdır.

Ermeni Soykırımını oldukça erken döneminde incelemeye başlamıştır. Lemkin, American Jewish Historical Society’dei Raphael Lemkin Koleksiyonu el yazmalarından oluşan  Ermeni Soykırımı Dosyasında,Tarihi Ermenistanın ayrıntılı bir tasvirini yaparak, Ermenilerin Karşı karşıya kaldıkları haksızlıkları ve katliamları kronolojik olarak inceler. Katliamların ortak karakteri olarak, sorumluların cezasızlığı ve ödüllendirilmeleridir. O “Ermeni Sorunu”nun hiçbir zaman uluslararasılaşmadığının bilicine erken varmış, Ermenilerin Soykırım sürecinde ve sonrasında yüzüstü bırakılmalarını unutmamıştır:

Çar Nikola 1916 başında Ermenistan’ı işgal ederek “Ermenistan’ın Osmanlı boyunduruğundan kurtuluşu”nu ilan etti. Ancak verimli arazilere Kazakları yerleştirerek kolonileştirmek istediğinden, hayatta kalan Ermenilerin ata topraklarına dönmelerini önlemeye çalıştı. 1916’da Guildhall konuşmasında, İngiltere Başbakanı, İngiltere’nin “kadim (Ermeni) halkının kurtuluşunu sağlamaya kararlı olduğunu” ilan ederken, Fransızlar da benzer vaatlerde bulundular. Lenin Rusya’da iktidara geldiğinde, Ermeni ülkesinin birlik ve bağımsızlığını ilan etti. Ama 1918 Martında Brest-Litovsk Antlaşması’yla Sovyet Rusya, Batum ve Kars’ı bu şehirleri ele geçirmek üzere ilerleyen Ankara kuvvetlerine geri verdi. Mütareke sonrasında, İngiliz ve Fransız otoriteler Ermenilere Kilikya’da bir yurt verme çabalarına giriştiler; ancak Fransa 1921’de bu girişimden vazgeçti. 1920 Aralığında Erivan’da Sovyet Ermenistanı hükümeti kurulduysa da burası özgün Ermenistan olan ülkenin sadece küçük bir kısmıydı.

Lemkin için Tehliryan davası bir diğer dönüm noktasıdır: Bir gün gazetelerde tüm savaş suçlularının salıverileceğini okudum.  Bu bende bir şok etkisi yarattı. Bir ulus katledilmişti ve suçlular serbest bırakılıyordu. Nasıl olur da bir cinayet işlendiğinde faili cezalandırılırken, bir milyon insanın öldürülmesi tek bir insanın öldürülmesinden daha hafif bir suç olabiliyordu?

Ermeniler öldürüldüğünde sessiz kalmayı tercih edenler ile Türk savaş suçlularını serbest bırakarak bu gerçeklerin hasıraltı edileceğini sananların bu kez korkunç gerçeği dinlemek zorunda kaldıklarının altını çizerek, Tehliryan’ın eylemi ile mahkemenin kararı arasındaki uzlaşmazlığa isyan etmiştir:

Belki Tehliryan insanlığın ahlakî değerleri adına davranmıştı, ancak mahkeme heyeti Tehliryan’ın kendi eyleminin ahlakî niteliğini değerlendirme yetisini kaybetmiş bir akıl hastası olduğuna karar verdi. Talat’ın ve İTC rejiminin yaptıklarından tek kelime edilmeden Fail akıl hastasıdır, cezai ehliyeti yoktur kararı ile davanın sonuçlanmasına çok üzülmüştür.

Ukrayna’da binlerce Yahudi’nin pogromlarda öldürülmesinden sorumlu Symon Petliura’nın 1926’da da Shalom Schwarzbard tarafından öldürülme davasından sonra yazdığı bir makalede Schwarzbard’ın eyleminin“güzel bir suç” olarak tanımlar. Lemkin, ulusal, ırksal ve dinsel grupların imhasına karşı ahlak kurallarını birleştiren herhangi bir yasanın olmamasını eleştirir.

Yazılarında Ermeni tarihini çok ayrıntılı özetlerken, çok geniş bir literatür kullanmıştır. Ermeni tarihinin dönüm noktalarından çok çarpıcı örnekler verir.

1894-1896 katliamlarında Ermenilerin üzerine bir silidir gibi geçilmiş kolu kanadı kırılmıştır. Katliamlar sürecinde Ermeniler iyice sindirilmişler, Kürtler cezasızlık ve ödüllendirmelerden şımarmışlardır: Kürtler diledikleri Hıristiyan köyüne gittiklerinde, diledikleri kızları seçip alıyorlardı. Eskiden gelinler kilise kapılarındaki nikah töreninden önce kaçırıldıklarından, artık 1896’da nikahlar fiilen ortadan kalkmıştı; zira düğün hazırlığı sadece Türklerin yeni ihlal ve tecavüzlerine davetiye çıkarıyordu. Kaçırılan gelinler genellikle Kürt köylerinde tutuluyor, aşiretteki her erkeğin tecavüzüne uğradıktan sonra, yarı çıldırmış halde damatlara geri veriliyordu. Elbette gelin kaçırılırken, damat da öldürülmediyse…

Korkunç işkenceler devam etmektedir. Avrupalı görevlileri tanık göstererek Ermenilerin maruz kaldığı işkenceleri paylaşır: Amerikalı bir misyoner olan Muhterem Peder H. M. Ailen ve İngiltere’nin Van Konsolos Muavini Cecil M. Hallward, Moks [Bahçesaray] ve Shadakh’a [Çatak] bir araştırma gezisi yaptı. Bir gün bir Ermeni papaza kısa süreliğine konuk oldular. Köyden ayrıldıklarında, Müslümanlar papazı yakalayıp derisini yüzdüler ve derisine saman doldurdular. Bu deri mezalim ve baskıdan şikayet etme cüreti gösteren Hıristiyanlara ibret olsun diye köyde bir sokakta asılı kaldı. Ermeni halkı için huzur sonsuza kadar ortadan kalkmıştır.

Soykırım provası 1909 Kilikya Katliamlarına geniş bir yer ayırarak katliamları ayrıntılı özet örnekler verir: Ne alçakça bir katliam! Çocuklar anne ve babalarının gözleri önünde katlediliyor, organları kesiliyor, parçalanıyor, havalara fırlatılıp süngülere saplanıyorlardı. Sonra en zalim, en akıl almaz işkencelerin uygulandığı kadınlara sıra geliyordu. Hasta ve yaralılarla dolu bir hastane, insanın acıları karşısında hiçbir duyarlılığı kalmamış olan kundakçılar tarafından kundaklanıyordu. Ve cinayetleri yağma izliyordu; ta ki çatışmaları sona erdirme işareti olan trampet sesi ve “Padişahım çok yaşa!” sloganları duyuluncaya kadar.

Haçin’deki kırımları ayrıntılandırır: Kılıçlar, bıçaklar, sopalar, tüfekler ve baltalarla silahlanmış, kana susamış ve yobaz bir kalabalık bekliyordu. Bu adamların şeytani yüz ifadeleri yaygara ve bağırtılarından daha utanç verici bir durumu simgeliyor gibiydi. Şehitlerin üzerlerinde iç çamaşırları bırakılarak, elbiseleri çıkarıldı. Birinci Haçin (Hadjin) Kilisesi papazı, onlarla konuşup adalet ve acıma duygularını canlandırmak için fırsat kolluyordu… ama öne çıkan bir Türk papazı sakalından çekip öldürdü. Haçin’in (Hadjin) yaşlı diyakonuna sıra gelmişti. Karısı onu korumak için öne fırladıysa da ikisi birden vuruldu; üst üste yere yığıldılar. Bazıları sopalarla dövüle dövüle, bazıları kurşunlanarak, bazıları kılıçla, bazıları baltalarla öldürüldü. Ancak, her zamanki gibi sona bırakılan gruptaki kadınlar, tarif edilemez biçimlerde aşağılanıp namusları kirletildikten sonra öldürüldüler. Birisi kapıda durdu ve bu gruptan arka arkasına on altı kişiyi öldürdü. Nihayet, artık takati kalmadığını söyleyerek yerini bir başkasının alması gerektiğini söyledi

Ermeni Soykırımı ile ilgili ayrıntılı bilgiler daha ayrıntılıdır. Tüm coğrafyayı örnekleyerek  paylaşır  Katliamların ne kadar eksiksiz ve soğukkanlı bir biçimde gerçekleştirildiğine dair bir örnek yeter. Bu o sırada ülkesi Osmanlı devletine savaş açmamış olan İtalya’nın Trabzon Konsolosu’nun anlattığı kendi tanıklık ettiği kıyımla ilgili. İstanbul’dan Trabzon’daki tüm Ermeni Hıristiyanların öldürülmesi emri geldi. Çok sayıda Müslüman Hıristiyan komşularını kurtarmaya çalıştıysa da Türk yetkililer acımasızdı. Aldıkları emirlere itaat eden bu kişiler, tüm Hıristiyanları toplayıp kalabalık kafileler halinde Trabzon caddelerinden geçirdiler. Kafileler kaleden geçirilip deniz kıyısına getirildiler. Burada hepsi yelkenli teknelere konulup Karadeniz’de biraz açıldıktan sonra denize atılıp boğuldular. Hemen hemen bütün Ermeni nüfus (8.000-10.000 arası) bu şekilde yok edildi; kimi kılıçtan geçirildi, kimi başka yöntemlerle öldürüldü.”örnekler ne kadar etkilendiğinin göstergesidir.

**

Ermenilerin Soykırımından ayrıntılı bilgi sahibi olarak, çok erken tarihlerde (1933) Soykırımı kavramlaştırması Lemkin’i çağdaşlarından ayırır. Bu donanımı onun diğerlerinden çok erken davranmasına ve hazırlıklarını yoğunlaştırmasına neden olmuştur.

Ermeni Soykırımını aklından hiç çıkarmayan Lemkin’in Hitler’i takibi ve Nazi rejimini sistemli tahlil etmeye daha iktidara hazırlanırken  başlaması ufkunu erken açan diğer etmenlerden biridir. Hitler  imha tasarılarını bir süre önce yayımlamıştı. Birçokları onun atıp tuttuğunu sanıyordu, ama ben eğer fırsat verilirse programını uygulayacağına inanıyordum.  Dünya daha şimdiden planlarına boyun eğmeye hazırmış gibi davranıyordu.

Hitler iktidara geldiğinde Lemkin’in Hitler hakkında görüşleri nettir. Nazi rejimi ile ilgili çalışmasını kaçaklık  sürecinde dahi sürdürür; Hitler’in düzenlemeleri,  kararnameleri ve resmi gazeteleri kaçak hayatının zorluklarında bile Lemkin’in radarındadır. Bu Lemkin’in bu derinliği mücadelesine start verdiği  anda avantajlı olmasını sağlamış. İlişkilerinde etkili olmasını ve inandırıcılığını güçlendirmiştir.

Nazilerin hukuk anlayışını daha o süreçte çözerek, Almanya’da hukukun varsayılandan farklı bir niteliğe büründüğünün altını çizer: Hukuk, dağıtıcı adaletin ahlakî bir işlevi olmaktan çıkmış, devlete ne yararlı addediliyorsa onların zorla uygulandığı bir sisteme dönüşmüştü[r].

Dünyanın karşı karşıya kaldığı tehlikeye karşı çığlık çığlığa uyarılarda bulunur. Naziler, diğer ülkelerin kabul ettiği ve Lahey Sözleşmelerinin özünde yer alan, savaşın egemen bir devletin diğer egemen bir devlete ve ordusuna yönelik eylemi olduğu ilkesini tanımamakta olduğunu, Nazilere göre savaşların yurttaşlara ve sivillere yönelik olduğunu yani halklara karşı karakterini ısrarla vurgular.

Müttefiklere ve dostane bir tarafsızlık güden diğer ülkelere Nazi savaş politikasının arkasındaki asıl amacın ne olduğunu açıklayabileceği[ni] umar. Nazilerin bu savaşı yalnız sınırlarını genişletmek için değil, bu sınırlar içinde olan insani unsuru değiştirmek için sürdürdüklerinin görülmesinin gerektiğinde ısrarlıdır: Bir diktatör gözünü önce bedeninize diker sonra da ruhunuza!

Bunun kötülüğün bir savaşı olmadığını, farklı bir kâbus ile karşı karşıya olunduğunun bilincinde olup, Soykırımı engelleyemediği için suçluluk duygusu içindedir: İnsanlığın katilleri karşısındaki çaresizliğimden utanıyordum, bu utanç duygusu beni bugüne kadar terk etmedi. Ortada bir suç olmaksızın duyulan suçluluk duygusunun hak edilmiş bir suçluluk duygusundan daha yıkıcı bir etkisi olduğunu düşünüyorum, çünkü birinci halde bu duygudan arınmak mümkün değildir.

Savunmasız masum insanların korunma ihtiyaçları, Lemkin’in zihninde yaşamı boyunca onu terk etmeyecek olan bir zincirleme reaksiyona yol açmıştır.

Lemkin, mihver devletlerinin denetimleri altındaki halkları imha etmeyi planladıkları konusunda, hiçbir farkındalığın olmadığını görür. Bu gerçekliği Meslektaşları ile paylaşır ancak  bu konuda bilgilendirme girişimleri Lemkin için  cesaret kırıcıdır:

Kendi kendime düşündüm, soykırımın işlenmesi ne kadar kolay diye, çünkü kimse soykırım yapılıncaya kadar inanmak istemiyordu.

Lemkin için;  Cinayet ilanının gizlenmesi, gerçeğin katledilmesiyle eşdeğerdir: Bir anlamda bu ölüme bile saygısızlıktı, çünkü doğal yaşam döngüsünde ölümün de kendi haysiyeti vardır.

Ve insan vicdanının kabul edemeyeceği bir şeyi görür: Müttefikler vahşetin farkındadırlar ama gelen mesajları görmezden gelmektedirler.  Bunun üzerine Lemkin, Başkan Franklin D. Roosevelt’e yazar, Hitler’in savaş halinin çok ötesinde zulümler uygulamayı amaçladığı konusunda onu uyarır. Roosevelt’in pasif yanıtı ve “sabır” tavsiye etmesi, Lemkin’e göre Hitler’e soykırım işlemesi için yeşil ışıktır.  Lemkin çok sinirlenmiştir: “sabır, bir randevu almayı, bütçe tahsisini ya da yol tamirinin bitmesini bekleyen biri için sarf edilecek bir kelime” dir.  Ama ip boynuna geçirilmişse insanın ve boğulma yakın tehlikeyse, “sabır” salık vermek akla ve doğaya hakaret değil de nedir?

Bu savaşta temel sorununun bir uygarlık sorunu, bunun bir propaganda sloganı değil gerçeğin ta kendisi olduğunda ısrarlıdır.

Savaşın yıkıcılığından söz ederken dostu Profesör Wroblewski ile olan konuşmasını kullanır. Dostu, savaşın  maddi yıkımı yanında ahlaki yıkımına vurgu yapar, Profesörün mülteci olmamak ve belki de olacakları görmemek adına  ülkesinde ölüme yatmasını, trajik sözlerle ifade eder: Profesörün uyuşukluk halini sarsmaya çalıştım ama boşunaydı. İsveç’e vardığımda isterse ona da bir vize almaya çalışabileceğimi söyledim. Dinlemeye hiç niyeti yoktu. “Burası benim kentim, burada ölmek istiyorum,” dedi. Ölümden, sanki bir dergiye yazacağı bir makale ya da vereceği bir ders kadar yakın ve somut bir şeymiş gibi bahsediyordu. Derin bir ahlak anlayışına sahipti, en az bir yüzyıl boyunca tüm ahlakî değerlerin yok olacağını öngörüyordu. “Bu tüm yüzyılların en çok şiddeti içeren, ahlakî değerlerde en büyük çöküşün yaşandığı bir yüzyıldır,” diye tekrar ediyordu. “Savaş bittiğinde insanlar yitirdikleri ahlakî değerleri bir daha kazanamayacaklar, barış dönemlerinde bile barbarlar gibi davranmaya devam edecekler.”  Ölüm sıradanlaşmış,  Soykırım günümüze uzanmıştır.

**

Lemkin sadece “jenosit” (soykırım) sözcüğünü yaratmakla kalmamış, yasanın uluslararası hukukun temel bir prensibi haline gelmesi için de yıllarca mücadele etmiştir. “adı olmayan suç”un  kabul edilmesine ve cezalandırılmasına yönelik amansız mücadelesini tanımlarken kullandığı sözcükler çarpıcıdır. Bir Cumhuriyet savcısı ve ardından serbest bir avukat olarak egemenlere hizmet ettim, ama kazandığım prestij göstermelikti. Ancak bir ideal uğruna dövüştüğümde gerçekten yaşadığımı hissettim. Hayatımın geri kalanını esas çalışmama, yani halkların imha edilmesinin yasaklanmasına adamak istiyorum.

Savaştan sonra Lemkin hayatını tek bir gayeye, soykırımın yasaklanmasına ve bir daha işlendiği takdirde cezalandırılması için etkili uluslararası önlemlerin alınmasına adamıştır. Sarf ettiği çok büyük özveri ve gayretle hem başkalarını teşvik ediyor hem de pratik nitelikli somut önerilerde bulunuyordu; Sözleşmenin nihai kabulünü ona borçluyuz. Lemkin bu  ısrarını, Yasağın yazılı olmasında sanki sembolik bir güç yatıyor… inancıyla özetler.

“Soykırım” sözcüğü ile neyin amaçladığını Lemkin kısaca şöyle açıklar: “ulusal grupların aslî yaşam temellerini tahrip etmeye yönelik farklı eylemlerin eşgüdümlü planı kastedilmektedir.”

Lemkin, Soykırımı çok geniş bir perspektifle düşünür; Ermeni soykırımı Ermenilerin ölüm yürüyüşleri, Holokost gaz odalarından ibaret değildir, bir insan topluluğunun yok edilmesinin amaçlanmasıdır.  Bir topluluğu yok etmenin birden çok yolu olduğunu karşılaştırmalı soykırım araştırmalarında tekrar ve tekrar ortaya koyar.

Müttefiklerin, Hitler’in gelişmesine ve güçlenmesine izin veren kendi aralarındaki kavgaları ve diğer budalalıklarının  yargılamalardan sonra da sürdüğünü ifade eden Lemkin,  ve en açık ifadesinin Nürnberg Mahkemesi’nin bu türden uluslararası suçlara karşı bir emsal oluşturmayı reddetmesinde olduğunun altını çizerek, içinde bulunduğumuz durumu net bir cümle ile anlatır:  Müttefikler geçmişte kalmış bir Hitler’i yargılamakta anlaşmışlar fakat gelecekteki Hitler’leri öngörmeyi reddetmişlerdi.

Savaş sonrasında herkes Nürnberg kararlarının Soykırımın önlenmesinde yeterli olduğunu düşünürken, bunun gerçeklikle ilgisi olmadığını düşünen Lemkin, bir sözleşmede ısrarlıdır. Zira, Lemkin’de Soykırım, tarihin ayrılmaz bir parçasıdır: erken antik çağlardan günümüze kadar insanlığı karanlık bir gölge gibi takip etmektedir. Soykırımın tarihte tek tük rastlanan, azgın bir yöneticinin ruh halinin bir sonucu olmadığını göstermeye, tarihte tekrarlanan bir suç biçimi olduğuna dikkat çekmeye çalışır: Belli koşullarda ortaya çıkabilen bir hastalık gibiydi ve etkisiz hale getirilmeliydi. Ayrıca  Nürnberg Kararı sadece saldırgan savaşlar için geçerlidir, her tür savaş için değil; savunma savaşlarını kapsamaz. Ayrıca saldırganlık Nürnberg’de hiçbir şekilde tanımlanmamıştır. Ona göre, Soykırım sözleşmesinin kabulü ile ulusların yaşama hakkı siyasetçilerin elinden alınıp hukuk kurallarının nesnelliğine dayandırılmış olacaktır.

Sözleşmeni hazırlanması ve kabul edilmesi için her düzeyde girişimlerini sürdürür, bıktırıcı olsada,  sağlığını etkilese de inadından vazgeçmez. Türkiye’nin temsilcisi bile görüştüğü kişiler arasındadır. Kendini bu uğurda sonuna kadar mücadele etmeye mahkûm biri olarak tarif etmiştir.

Sözleşme süreci bir diploması mücadelesidir. Soykırım Sözleşmesi Holokoust sonrasında, Soykırımın küllerinin soğumadığı bir dönemde başlanılmasına rağmen süreç çok zor geçmiştir. Muhalefetin etkisizleştirilmesi için Lemkin’in olağanüstü çaba göstermesini gerektirmiştir. Sözleşmenin en başından itibaren ilmek ilmek örülmesi ve inşası bir diplomasi zaferi olmasının yanında hukukun ve adaletin zaferidir. Lemkin her ikisini de sağlığı pahasına inanılmaz bir enerji ile gerçekleştirmiştir. Her merhale ve menzil dağı yeniden tırmanmak gibidir. Lemkin insanlık adına sağlığı pahasına bu inadından vazgeçmez. Davanın yalnız savaşçısı olağanüstü gayreti ile neredeyse ulaştığı herkesi davanın bir parçası haline getirmiştir.

Bir düşü vardır: Farklılıklar ve hukukun üstünlüğü temellerinde, ulusal, ırksal ve dinî grupları imhadan koruyarak birlikte yaşamak! Bu himaye sayesinde gruplar varlıklarını sürdürebilir ve insanlık zenginleşmiş olurdu. Her ulusun içinde yer aldığı evrensel bir konser gibi.

Ancak,  rüyasının güzel bir ütopya olmasının yanında,  gerçek bir o kadar acıdır. İçinde bulunduğu ruh durumunu betimlerken karşı karşıya kalınan durumu açıklaması ilginç ve öğreticidir.   Bir ulusun cenazesini tahayyül ettim ama ne garip ki ben hem yas tutanların hem de ölülerin safındaydım. İnsanın kendi ruhu mezara taşınırken bedenini canlı hissetmesi, bu ne garip bir duyguydu. Bu Yahudi ile Alman halkları arasında bir çatışma değildi, dünyanın kendi kendisiyle çatışmasıydı. Sözleriyle Faşizmin insanlık değerlerine saldırısını özetler.

ABD’deki ilk konuşmasında. Eğer kadınlar, çocuklar ve yaşlı insanlar buradan yüz elli kilometre ötede öldürülüyor olsalardı yardımlarına koşmaz mıydınız? diye başlayarak; Öyleyse aradaki mesafe yüz yerine yedi—sekiz bin kilometre olduğunda neden vicdanınızın bu doğru kararına lakayt kalıyorsunuz? sorusuyla insanlara vicdanlarıyla karşı karşıya bırakır. Kayıtsızlığın anlatımı çarpıcıdır: insanlığın vicdanı ölüm döşeğindeki bir insan gibiydi.

Sözleşmenin hukukî olarak gerçekleşmesinin mümkün olduğunu görmeye başladığında bile Lemkin dünyanın yeniden kayıtsızlığa kapılarak eski soykırımları unutacağını ya da sürmekte olan zulümleri görmezlikten geleceğini öngörmesine ve soykırımların tekrar ve tekrar ortaya çıkacağını düşünmesine rağmen, soykırımı engellemek için (etkisi ne kadar zayıf olursa olsun) uluslararası arenada sözleşme lehine savaşmanın, gönülsüz bir idealist olarak yaşamaktan daha akıllıca bir çaba olacağını yaşamı boyunca ısrarla savunması insanlığa çarpıcı bir örnektir.

Yaşamının geri kalanını bu uğurda savaşmaya adayan bu büyük insanın yaşamı doğal olarak kolay olmayacaktır. Anlaşılmaması ve hayal kırıklığı yanında yaşamında tehdit de eksik değildir. Ne de olsa hümanizmi egemenler ve egemenlikle çelişmektedir. Bir diplomat onu tehdit ettiğinde bu onu çok kötü etkilemiştir. Tehdidi ve şiddeti birbirinden ayırarak etkisini karşılaştırır:  “Tehditlerden şiddetten çok daha fazla nefret ediyorum. Şiddet insanın bedenine yöneliktir ama tehditler bir kişinin iradesini felç etmeyi amaçlar. Bu adamla daha sonra karşılaştığımda ona sanki önümde bir boşluk varmışçasına baktım.” Sözleri de her şeye karşı ideallerinin gerçekleşmesi doğrultusunda hiçbir şeyi ve hiç kimseyi umursamadığının ifadesidir.

Sonuçta, Lemkin Soykırıma isim vermekle kalmaz, mücadelesiyle  yeni soykırımların önlenmesi  için Soykırım Sözleşmesine hayat verir.

**

Bir mülteci olarak yaşamı bir polis karakolunda son bulan insanlığın yüz akı Raphael Lemkin’in günümüze uzanan sözleriyle hem günümüzü, hem de ruh halimizi ifade etmektedir: Geçmişte sığınmacılarla bir araya geldiğimde moralimi bozan onların fizikselden ziyade zihinsel durumları olmuştu. Bir sığınmacı her şeyden önce bir ruh halidir. Özellikle kültürel alanlarda çalışmış olan sığınmacılar, dünyevi ve insan öğesine dayalı esin kaynaklarını yitirirler. Ressam için memleketinin manzaraları, şair için beyaz huş ağaçları, devlet adamı için ülkesindeki adaletsizlikler, hatta bir doktor için yöresel hastalıklar artık mevcut değildir.  O kırık bir kalem gibidir, geçmişin yitirilen değerleriyle şimdiki mülksüzleşmiş halinin bulanık ve düşmanca değerlerini barıştıramamaktadır. Sığınmacı statüsü, capitis eminutio (hak ehliyetinin yitirilmesi), modern insanın düşüşü ve bazen manevî yaşamın ve yaradılışın terkidir.  Artık o bir hayalettir. Entelektüel olmayan biri daha şanslıdır, çünkü fiziksel çalışmanın değeri doğada daha evrenseldir. Şiddetli toplumsal ve ahlakî değişimlerin damgasını vurduğu yirminci yüzyıl, tek akciğer ve tek böbrek ile yaşayan sığınmacının yüzyılıdır. Kalıcılaşan geçicilik, askıya alınan değer ve umutlar, insanın içini kemiren belirsizlik ve normal bir yaşama dönüş için duyulan özlem giderek sığınmacının ruhunu mahveder…

**

İyi ki bu dünyadan geçtin Lemkin. Muktedir olmayanlar adına sana minnettarız…

1 V.Yeghiayan&L. Fermanian, Lemkin’in Ermeni soykırımı Dosyası, çev. Ali Çakıroğlu, Belge Y. 2009

2 V.Yeghiayan&L. Fermanian,… s 37.

3 V.Yeghiayan&L. Fermanian,… s 51

4 William Willard Howard, Horhors of Armenia, Armenian Relief Ass. Newyork 1896, s 7

5 Georges Brezol,  Les Turcs ont passé là… les massacre D’Adana 1909, En Vente Chez L’Auteur, Paris 1911, s 10.

6 Rose Lambert, Hadjin and the Armenan Massacres Fleming H. R. Com. Newyork, 1911, s 90-91

7 Arnold Toynbee, Armenian Atrocities the Murder of Nation, Rodder&Stoudhon, London-Newyork-Toronto, WCMXV s 66-67

Sait ÇETİNOĞLU

Paylaşalım