ULUSLARARASI TAHKİM(*)
Emperyalist Yeni Dünya Düzeni (YDD), yaşadığı bütün açmazlara ve politik iflasa rağmen, dünyanın geri bıraktırılmış yoksul, yeni ve yarı sömürge durumunda olan bağımlı ülkelerine karşı yürüttüğü baskı ve sömürü planlarına her geçen gün bir yenisini ekleyerek sürdürmeye çalışıyor. Çok Taraflı Yatırım Anlaşması (MAI) girişiminin, bazı ülkelerin karşı çıkmasıyla şimdilik sonuçsuz kalması, bu planın ortadan kalktığı anlamına gelmiyor. MAI, birçok ülkenin içinde yer aldığı Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) bünyesinde yaşama geçirilmek isteniyor ve bu çerçevede görüşmeler yapılıyor. Basında yer alan haberlere göre bunun nedeni, “bu örgüte üye ülkelerin anlaşmayı imzalamama olasılığını ortadan kaldırmak ve imzalamayan ülkelere ticari yaptırım uygulamak” amacından kaynaklanıyor. Yani MAI’ye imza atmak istemeyen, ama DTÖ’ye üye olan ülkeler, MAI’ye de imza atmaları için zorlanıyor. Eğer bu yine de kabul edilmezse yaptırım uygulanıyor.
Uluslararası tahkim de MAI’nin bir uygulama biçimi olarak ortaya çıkıyor. Tahkim uygulamasının hukuk sistemi açısından tartışmalı olduğu ileri sürülüyor. Ortaklaşılan ve genel kabul gören anlamı ise, iki taraf arasında (taraflar iki ülke ya da kişi olabilir) ortaya çıkan sorunlar ya da anlaşmazlıklar noktasında çözüm üretebilmek için her iki tarafın da kabul ettiği üçüncü bir kişiye başvurması olarak nitelendiriliyor. Bu anlaşmazlıklar değişik biçimlerde ortaya çıkabiliyor. Taraflar kişiler olabildiği gibi, ülkeler ya da bir şirket ile herhangi bir ülke arasında yaşanan anlaşmazlık da olabilir. Tahkim kurulu yerli olabildiği gibi yabancı da olabiliyor. Bir başka deyişle, ortaya çıkan anlaşmazlığın çözümü, sorunların ortadan kaldırılması için oluşturulan hakem kurulu, yerli olabildiği gibi yabancılardan da oluşabiliyor. Bu kurulun vereceği karar, taraflar açısından bağlayıcılık taşıyor. Sonuç kararına uyulmadığı zaman çeşitli yaptırımlar uygulanabiliyor.
Yakın dönemde, kamuoyunun bir tesadüf sonucu haberdar olduğu MAI görüşmeleri ve ortaya çıkan kararlar nelerdi? Ayrıntılarına girmeden kısaca göz atmaya çalışalım.
Bilindiği gibi MAI, bir firmanın uluslararası yatırımlarda, yatırım yaptığı ülkeden büyük tavizler içeriyordu. Ulusal bağımsızlık ve iç hukuk hiçe sayılarak, yatırım yapan sermaye grubu geniş olanaklar elde ediyordu. Bu daha çok hukuki alanda ortaya çıkıyor ve o ülkenin iç hukuku, bu çıkarlar çerçevesinde değişikliğe tabi tutuluyor ve siyasal iktidarlardan bu doğrultuda yasaların yapılması isteniyordu. Bazı ülkeler bu durumu kabul etmedi ve görüşmeler askıya alındı. Daha önce 1995 yılında OECD’de alınan bir kararla kapsamı oluşturulan anlaşma MAI (Multirateral Agreement on Inversment) adını almıştı. Bu çerçeve anlaşmanın ana eksenini, anlaşmaya taraf olan ülkelerin iç hukuk yapılarını ve yasalarını uluslararası sermayenin ihtiyaçlarını karşılayan bir doğrultuda yeniden yapılandırılması oluşturuyordu.
İşe her şeyden önce, emperyalist-kapitalist sermaye güçlerinin dünya üzerinde rahatça hareket edebilmesinden başlanıyordu. Bu aynı zamanda dizginsiz sömürü ve talanın da önünü açmayı hedefliyordu. Daha çok geri bıraktırılmış, gelişmesi engellenmiş (emperyalistlerin deyişiyle “kalkınmakta olan”) ülkeler hedef alınıyordu. Bu ülkelerin zaten yetersiz olan iç kalkınma dinamikleri bu şekilde bir kez daha altüst edilmek isteniyordu.
Yabancı sermayenin girdiği ülkeden ilk olarak yerine getirilmesi istenen koşul, bu ülkenin kendi yerli sermayesine sağladığı kolaylıkları yabancı firmalara da sağlamasıydı. Bu, hem ekonomik hem de hukuki alanda dayatılıyordu. Ekonomik alanda ortaya çıkan tavizler sömürüyü daha da artırıp yeraltı ve yerüstü zenginliklerini talan etmeyi hedeflerken, hukuki alanda yapılan düzenlemeler bu yağma ve talanın yasal garantisini oluşturmayı hedefliyordu. Kısacası, bu ülkelere, ulusal onurlarını ayaklar altına alma dayatılıyordu. Buna karşı hiçbir tepki kabul edilmiyordu.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi MAI, daha çok gelişmekte olan ülkeleri hedefliyor ve bu ülkelerin zenginliklerine göz dikiyordu. Kısmen kendi iç dinamikleriyle ve daha çok dışarıdan alınan borç ve yardımlarla kalkınma çabası içerisinde olan bu ülkeler için yabancı sermaye ve dış destek her zaman cazip gelmiştir. Küreselleşme eksenli politikalar ve neo-liberal dalga genel kabul görmüş ve bu doğrultuda düzenlemelere gitmişlerdir. Hedeflenen hızlı kalkınma ve ekonomik istikrardır. MAI çerçevesinde gelişmekte olan ülkelere yabancı yatırımların götürülmesi belirtilirken, birçok konuda da sınırlama getirilmiştir. Pratikte önerilen uygulamalar söylendiği gibi değildir. Yatırım yapılan ülke, yabancı sermayeden/yatırımlardan gelişmiş teknoloji, yüksek ürün kalitesi ve katma değer, bilgi ve tecrübe aktarımı, rekabetçi ihracat olanağı beklerken, yapılan çerçeve anlaşması, sermaye yatırımı yapılan ülkeyi, sermaye tekellerinden yukarıda sayılan olanakları sunmasını istemesini yasaklıyor. Bunun yanı sıra bütün kritik ve stratejik kamu sektörlerini yabancı sermayeye açmasını rahatlıkla isteyebiliyor. MAI bu tür yatırım alanlarına girilmesinin önünü açıyor ve yerel anlamda hiç bir engel çıkarılmamasını istiyor. Ayrıca, yatırım yapan firmalar arasında tam bir eşitlik isteniyor. Ayrıcalıklı durumlar ortadan kaldırılıyor. Diyelim ki bütün bunlar olmadı ya da bir takım eksiklikler oldu. Bu durumda yabancı tekellere itiraz hakkı doğuyor. Bu haklarını her durumda kullanma olanağı tanınıyor. Örneğin, istenilen karlılık oranına ulaşılamadığı zaman bu hak rahatlıkla kullanılabilecek ve yatırım yapılan ülkeden tazminat talep edilebilecektir.
İçinde bulunduğumuz dönemde yoğun olarak tartışılan Uluslararası Tahkim, bütün bu sorunların çözümü için öneriliyor. Uluslararası Tahkim, emperyalist kapitalist ülkelerin sermaye tekellerinin daha fazla soygun ve sömürülerini sürdürebilmeleri için kuruluyor. Bunun uluslararası hukuki çerçevesi oluşturulmak isteniyor. Bu soygun, sömürü ve talan uygulamaları güvence altına alınıyor. Önlerine çıkacak engeller bir bir ortadan kaldırılıyor. Bir anlamda emperyalist tekellerin azgınca yayılma isteklerinin önü düzleniyor. MAI ile yapılmak istenen ama yapılamayanlar, Uluslararası tahkimle yapılmak isteniyor.
Böylesi bir uygulamanın sonuçlarını şimdiden kestirmek büyük bir zeka ürünü sayılmamalı. Uluslararası tahkime uğrayan bir ülke önemli kayıplarla karşılaşacaktır. Bir defa her şeyden önce yeraltı ve yerüstü kaynakları önemli bir tahribe uğrayacak, büyük zararlar yaşayacaktır. Emek sömürüsü artacak, işçi ve emekçi kesimlerin örgütlü mücadeleleri ve hak talepleri önünde büyük engeller ortaya çıkacaktır. Sendikasızlık daha fazla dayatılacaktır. Ülkede kısmi anlamda var olan yasal güvenceler de ortadan kalkacak, uluslararası sermaye tekellerinin istekleri doğrultusunda yapılan iç hukuk düzenlemeleri ve yasalar üstü bir kurumun varlığı bu durumu daha da zorlaştıracaktır. Uluslararası tahkimin kabulüyle, emperyalist tekeller ve onların sözcülerine ülkenin bütün zenginlikleri teslim edilmiş olacaktır. Emperyalist tekellerin yerli işbirlikçilerine geniş fırsatlar yaratılacaktır.
Tahkim uygulamasının kabulünün pratikteki adı yağma ve talandır. Ülkenin bütün ekonomik olanak ve güçlerini yabancı sermayeye satmaktır. Önemli olduğu için hep kullanılan bir örneği biz de buraya almak istiyoruz. Birkaç yıldır Türkiye’ de ki enerji sektörü bütünüyle özelleştirilmek isteniyor. Bu doğrultuda hükümetlerin yoğun bir çabası gözleniyor. Bu sektörün özelleştirilmesiyle ülkenin enerji ihtiyacının karşılanacağı ve önemli bir sorun olan enerji sorunun çözüleceği savunuluyor. Bir kaç yıllık kar karşılığında satılacak olan bu sektörün, bundan sonrası için yarattığı değerler sermaye tekellerinin kasalarına akacaktır.
Bir başka önemli nokta ise, uluslararası sermayenin yatırım yaptığı ülke, karşılığını ödemeden, yabancı sermayenin faaliyet yürüttüğü alanda kamulaştırma yapamıyor. Bu kesin olarak yasaklanıyor. Serbest kar dolaşımı ise engellenmiyor. Yatırım yapan firma, işe başladığı ilk sermaye de içinde olmak üzere bütün gelirleri ve karlarını yurt dışına çıkarabiliyor. Bu konuda yabancı sermayeye herhangi bir engelleme getirilmiyor.
Bir grup bilim insanının yapmış oldukları açıklamaya göre; “MAI, imzacı ülkenin herhangi bir yabancı şirketin, ülkede yatırım kararı üzerinde söz sahibi olmaması ve faaliyetini kontrol edememesi sonucunu doğuracaktır.”
Kalkınmakta olan ülkelerin yabancı sermayeye duydukları iştah MAI ile kabartılıyor olsa da uygulama da hiçte böyle olmayacağı tespit ediliyor. Tam tersi daha büyük kayıpların ortaya çıkacağı savunuluyor. “MAI ile azgelişmiş ülkelerin sermaye çekme rekabeti azalmayacak, tersine bu ülkelerin çok Uluslu Şirketlere (ÇUŞ) yönelik daha büyük ödünler vermek zorunda kalacaklarına” dikkat çekiliyor.
Tahkim sisteminin işleyişi de önemli bulunuyor. Kararlara uymamak birçok yaptırımları beraberinde getiriyor. Daha önce MAI anlaşmasında da önemli bir konu başlığı oluşturan anlaşmazlıklar “tahkim” ile ortadan kaldırmak isteniyor. Uluslararası tahkimi kabul eden bir ülke MAI üyesi olması gerekmiyor. Bu anlaşmaya imza atmış olan ülkelerin yabancı yatırımcılarla aralarında yaşanacak anlaşmazlıkların çözümünü hedefliyor. Yatırım yapılan ülkeler MAI’yı kabul etmiyor olsa da tahkim uygulamasını kabul etmişse, bu konudaki yaptırımları da kabul etmiş sayılıyor.
Uluslararası tahkim şu şekilde işliyor: sorunların çözümü için önce uluslararası bir hakem heyeti oluşturuluyor. Anlaşmazlıkların bu heyete götürülmesi tavsiye ediliyor. Buradan çıkacak olan karar ve düşüncelere uyulması isteniyor. Anlaşmazlığın ortadan kalkmaması durumunda mahkeme süreci başlıyor ve mahkeme önünde tahkime gidiliyor. Mahkemenin yargılaması ve bir sonuç kararı çıkarma yetkisi bulunuyor. Ancak daha çok uzlaştırmacı bir özelliğe sahip olduğu gözleniyor. Anlaşmazlığa neden olan durumun ortadan kaldırılması, bundan hareketle uygulanan politikaların değiştirilmesi öneriliyor. Ya da haksız olan ülkenin tazminat ödemesine karar verebiliyor. Bu koşullarda, ilginç konuların bu mahkemeye taşınması da mümkün. Örneğin, yabancı firma hedeflediği karlılık oranlarını tutturamadığı durumlarda, faaliyet yürüttüğü ülkenin siyasi iktidarını, uyguladığı ekonomi politikaları nedeniyle zarara uğradığını iddia etmesi olanaklıdır. Bu sorun, mahkemeye götürülebilir ve firmanın yatırım yaptığı ülkeden tazminat alması sağlanabilir. Bütün bunların sonucunda ortaya çıkan karara uyulmadığı zaman uluslararası anlaşmanın ortaya çıkardığı avantaj ve olanaklar tümden ortadan kaldırılabilir ya da bütün haklar askıya alınabilir.
Bir başka nokta ise yatırım yapılacak ülkeye yabancı sermayenin başvuru yaptığı zaman ortaya çıkan sorunlardır. Yapılan başvuru diyelim ki ulusal menfaatlerden ötürü yatırım başvurusu yapılan ülke tarafından reddedildi. Bu durumda yatırım yapmak isteyen firmanın uluslararası tahkime gitme hakkı bulunuyor.
Basına ve kamuoyuna yansıdığı kadarıyla Türkiye, Uluslararası Tahkim sistemi kabul etme sürecine girmiş bulunuyor. Bu süreçte yapılan düzenlemeler ile mahkemelerin kamu düzeni adına yapmış olduğu denetlemeler ortadan kaldırılıyor.
Emperyalizm tarafından dayatılan her türlü koşul ve uygulamayı tavizsiz ve gönüllülük temelinde kabul eden Türkiye egemenleri, “uluslararası tahkimin kaçınılmazlığı” konusunda kamuoyunu ikna etme telaşı içindedirler. Buna gerekçe olarak ülkenin yabancı sermayeye duyduğu ihtiyaç öne çıkarılmaktadır. Basın-yayın organlarında emperyalizmin ve onun yerli işbirlikçilerinin sözcülüğünü yapanlar ısrarla, tahkim sistemi kabul edilirse, ülkeye bir anda yabancı sermaye akını olacağını ileri sürüyorlar. Bu uygulamanın getireceği yıkıcı sonuçlar bir yana, yabancı sermayenin uzun yıllardır faaliyet yürüttüğü alanlarda ne tür gelişmeler sağlandığı konusunda tek bir satır yazmamaktadırlar. Oysa yabancı sermaye güçleriyle işbirliği içerisinde faaliyet yürütülen alanlarda bu firmaların üretimdeki paylarının düşüklüğü bilinen bir gerçektir. Hep iddia edildiği gibi, yabancı sermaye bir ülkeye yatırım yaptığı zaman işsizlik azalmıyor, üretim artmıyor, ekonomik kalkınma gerçekleşmiyor. Aksine, ülke daha fazla zarara uğruyor. Değişik açılardan büyük bir yozlaşma ve çürüme yaşanıyor. Ekonomik kalkınma bir yana toplumsal açıdan da yıkıcı sonuçlar yaratıyor.
_________________________________________________________________________________
(*) Bu yazı yıllar önce kaleme alınmış ve Uzun Yürüyüş Dergisinde Sevgi Yılmaz ismiyle yayınlanmıştır. Çok taraflı yatırım anlaşmaları, özelleştirmeler, yabancı sermaye yatırımları, dış borç, doların yükselmesi, ekonomik kriz vb. uygulama ve gelişmelerin ülkemizi getirdiği olumsuz nokta göz önüne alındığında yazı hala güncelliğini koruduğu için tekrar yayınlıyoruz.