SANAT VE POLİTİKA
İdealist felsefe ekolü içinde yer alanlara, idealist sanat anlayışına ve idealist estetiğe göre sanat ile politika farklı özlere sahiptirler ve toplumsal olarak başka başka görevleri yerine getirmektedirler. Dolayısıyla sanat ile politika arasında bir ilişki kurabilmek mümkün değildir. Bunun dışında idealistler, politikanın geçici ve dönemsel şeyleri konu edindiğini, zamansal olanla uğraştığını ve kalıcılığının olmadığını, sanatın ise insani temalarda evrenseli konu edindiğini, zamansal olarak sınırsızlığını, dolayısıyla kalıcı ve sonsuz bir değere sahip olduğunu ileri sürerler.
Aslında tartışılan bu konu çok eskilere dayanır. Hatırlayanlar olacaktır; bir zamanlar, “sanat sanat için midir yoksa sanat toplum için midir?” önermesi çerçevesinde önemli tartışmalar olmuştu. Ve sanatın toplum için olduğu görüşü üstün gelmişti. Sonuçta bugün, idealist düşünceye sahip olanlar, örtülü de olsa “sanat toplum içindir” görüşünü, utangaç bir şekilde kabul etmiş bulunmaktadırlar. Ancak bunu kabul etmeyenler de vardır.
Örneğin, Nobel Edebiyat Ödülü verilen Orhan Pamuk bunlardan biridir. Romanlarında toplumcu bir içerik ve estetik olmadığı gibi, bu durumdan da rahatsız olmamaktadır. Kendisine sorulan “Orhan Pamuk kimin için yazıyor? ” sorusuna rahatlıkla, “kendim için yazıyorum” yanıtını verebilmektedir. Diğer taraftan siyasi meselelerde laf üretmekten de geri durmayarak birçok önemli siyasi konuda, çeşitli atraksiyonlar yapmaktadır.
Sanat ürünlerini eğer insanlar tüketiyorsa bugün milyonlarca insan şu ya da bu şekilde politikayla ilgilenmektedir. Dolayısıyla sanat-sanatçı ile politika bağı zaten hayatın içinde kurulmuş durumdadır. Bunu inkâr etmek abesle iştigaldir. “Kendim için yazıyorum” diyen bir romancı bu bağı ne görmezlikten gelebilir ne engelleyebilir ne de ortadan kaldırabilir.
Sanat politika ilişkisinin olmadığını savunanlar aslında idealist felsefenin ve estetiğin tipik konumunu da ortaya koyarlar. Bu yaklaşımlar, bugün gelinen noktada milyonlarca insanın hem politikayla hem de sanatla ilgilenmesini ısrarla göz ardı ederler. Bu koşullar altında sanatla politika ilişkisi apayrı bir güçle kendisini duyurmaktadır ve toplumsal sorunlara duyarlılığın arttığı dönemlerde olduğu gibi tekrardan dolayımsız bir biçimde kurulmalıdır. Bu bağları yadsımak ve sanatla politikanın apayrı şeyler olduğunu, aralarında bir bağın bulunmadığını ve sanatın politikadan “bağımsız” olduğunu söylemek sanat ve politikada düpedüz gerici bir tutumdur ve onaylanacak bir yanı yoktur. Toplumsal duyarlılıktan, ilgi ve estetikten uzak olarak kendi egolarını tatmin etmek için yazanlar ya da sanat yaptığını sananlar elbette bir ürün ortaya koymuş olurlar ama bunun adı sanat olmaz.
Avner Ziss, Estetik adlı yapıtında bu akıl dışı savunma durumuna, Fransız ressam L. Mittelberg’in, o güzelim “Sanat İçin Sanat” tablosu örneğini verir. Bilindiği gibi bu tabloda, bir adamın ipte sallandığı bir ağacın karşısında, bir ressam, sehpası başına oturmuş, ağacın dalında sallanan cesede bakıyor ama gördüğü ve resmettiği sadece bir ölü doğadır. Çiçek saksısı ve elmaların resmini yapmaktadır.
Sanat tarihi kitaplarını şöyle bir karıştırmış olanlar da çok rahat bir şekilde göreceklerdir ki, insanlığın kültür hazinesini oluşturan sanat eserlerinde “bağımsızlık” ya da “tarafsızlık” diye bir şey yoktur. Toplumsal yapıyı ve değerleri ilerleten düşünceler ve siyasi fikirler taşıyan, yaşamla sımsıkı bir ilişkisi olan, politik mesajlar içeren sanat yapıtları, sanatın gelişmesine, ilerlemesine, karşılaştıkları tüm baskı ve engellemelere rağmen damgasını vurmuşlardır. Bu yapıtlar aynı zamanda, sanatın geleceği için de yeni fikirleri tartışmaya açarak, geliştirici bir tutuma sebep olmuşlar ve sanatta ilerlemeyi sağlamışlardır.
Bireyi belirleyen yaşadığı ortam ve toplumsal ilişkiler olduğu belirlemesi, utangaç bir biçimde de olsa, idealist estetiği savunanlar tarafından kabul edilmektedir. Günümüz sanatçısı, içinde yaşadığı toplumsal şartları ve sorunları göz önünde tutmadığı sürece ortaya koyacağı eserin insanlığa bir faydasının olmayacağını artık anlamalıdır. Bunda şaşılacak bir durum yoktur. Eğer sanat, bilim gibi gerçekliğin ortaya çıkarılmasında bir araçsa ve insanları eğitici-dönüştürücü bir öğrenme biçimiyse, toplumsal ilişkileri ve toplumsal geçekleri yok kabul etmesi zaten mümkün değildir.
Çağdaş insan, çağdaş sanatçı ve özellikle de dürüst sanatçı, sanat ve politika arasındaki bağların bilincinde olmalıdır. Sanat ve politika ilişkisinde, birincisi, ikincisinin karşısındaki bağımlılığını kabul etmelidir. Bu bağımlı ilişki tarzını reddetmenin ve sanatın “bağımsız” ve “tarafsız” olduğunu savunmanın da geri ve toplumsalı yadsıyan bir “ideolojik tutum ve politika” olduğunu asla göz ardı etmemelidir.
***
TÜKENİŞ
Hayatın arka yüzündeyim
Elimde gerçeğin çıngırağı
Salladıkça ön yüzde
Pul pul dökülüyor insan
Ve çoğalıyor bedensiz gölgelerimiz
İnsanın tükenişidir
Kentsel yalnızlıklarda
Merhabasız çoğalışımız
(Mehmet Ali Yazıcı)