ANADOLU-2
Tek tanrılı dinlerin kutsal kitaplarında Sümer Uygarlığının yarattığı birçok efsane ve söylenceye rastlamak mümkündür. Bu durum, Adem ve Havva söylencesinde bariz bir şekilde görülür. Havva’nın, Adem’in kaburga kemiğinden yaratılması hikayesi Sümer mitolojisinde anlatılanlarla ilişkilidir. “Kaburganın Sümercesi ‘ri’dir. Enki’nin kaburgasını iyi etmek için yaratılan tanrıçanın ismi ‘kaburganın hanımı’ anlamına geldiği gibi ‘yaşatan hanım’ anlamına da gelir. Sümer edebiyatında kaburganın hanımı bir kelime olan isim, bir kelime oyunu ile Tevrat’ın cennet efsanesinde Havva olarak ‘yaşatan hanıma’ dönüşmüş. Çünkü İbranice ’de ‘kaburga’ ile ‘yaşatan’ kelimeleri bir değil ayrı ayrıdır.” (Tarih Sümer’de Başlar, sf. 124)
Yukarıda görüldüğü gibi, Adem’in Cennetten kovulması, ilk cinayet, insanın yaratılması (Semavi dinlerde 4 melek, Sümer’de 4 tanrı), Cebrail’le Sümer bilgelik tanrısı Enki’nin özelliklerinin uyuşması gibi birçok benzerlik bulunmaktadır. Bugünkü dini inanışların temelinde yatan birçok olay ve menkıbenin kökleri Sümer mitolojisine dayanır.
“Tanrımız Dumuzi yeraltından çıkıp sevgili Tanrıçamız İnanna ile bir evlensin, tarlalarımıza, ahır ve ağıllarımıza nasıl bir bolluk gelecek! Bütün ürünlerimiz çoğalacak…” (Sümerli Ludıngirra, sf.20)
Sümer mitolojisine göre Tanrıça İnanna için, çoban Tanrı Dumuzi ve çiftçi Tanrı Enkimdu yarışırlar. Yarışmayı Dumuzi kazanır. Bu menkıbe daha sonra tek tanrılı dinlerin metinlerine Habil-Kabil olayı olarak geçmiştir. Günün birinde Tanrıça İnanna yeraltı ülkesini ele geçirmeye gider ve geri dönemez. Tanrıça, diğer Tanrıların yardımıyla, yerine birini bırakması şartıyla yeryüzüne çıkar. Tanrıça, bu haline aldırış etmeyen kocasının götürülmesini ister. Dumuzi’nin durumuna üzülen Tanrıça Geçtinanna’nın yakarması sonucu tanrılar, yılın altı ayında Dumuzi’nin, diğer altı ayını da Geçtinanna’nın yeraltında kalmasına karar verirler.
İnanışa göre, Dumuzi’nin yeraltına inmesiyle birlikte, yerin üstünde ki her şey ölmeye başlar, kış ayları gelirmiş. Doğa bütün güzelliklerini yitirirmiş. Dumuzi’nin yeryüzüne çıkmasıyla birlikte, tekrar eski haline döner, doğa canlanırmış. Yaşam güzelleşir ve bahar gelirmiş. Bu, günümüzde de baharla ilgili bazı inanışların temelini oluşturur.
Sümerler matematikte de önemli buluşların sahibidirler. Altmış tabanına göre geliştirilmiş sayı sistemi Sümerlere aittir. Bu sistem bugün bile saatlerde kullanılmaktadır.
Sümerler bilgiye ve öğrenmeye de büyük önem vermişlerdir. Boşa zaman geçirmenin insana hiçbir faydasının olmadığına inanırlardı. Onun için hep öğrenmek gerekliydi. “Biliyorsan neden öğretmiyorsun?” ya da “Boş vakit geçirdin, neye yaradı?” sözleri Sümerlere aittir. Bilginin ve öğrenmenin önemi, daha sonra ortaya çıkan “tek tanrılı” dinlerin kutsal sayılan kitaplarında da önemle ele alınır. Peygamberlerin bu konuda söyledikleri veciz sözler Sümerlerin söylediklerinden pek farklı değildir.
Nil kıyıları sel ve taşkınların taşıdığı alüvyonlardan dolayı çok verimlidir ama yine taşkınlar yüzünden ekim zamanı tarlaların sınırları sorun olmuştur. Bu yüzden taşkınların yaşanacağı zamanı hesaplayabilmek için gök olayları izlenmiş ve isabetli sonuçlara ulaşılmıştır. Ekilen tarlaların sınırlarını hesaplamak, su taşkınlarından sonra yaşanan anlaşmazlıkları ortadan kaldırmak için yapılan çalışmalar sonucunda geometri gelişmiştir. Bütün bu yenilikler, Anadolu Uygarlığını büyük oranda etkileyen Mısır’da yaşanır.
Herkesin bildiği gibi Mısır Uygarlığı “öteki dünya”ya çok büyük önem verir. Mısır inanışlarına göre, aslolan “öteki dünya”dır. Bunun için ölülere önem vermişlerdir. Ölüler kesinlikle mumyalanarak gömülür, rahat etmeleri için de yanlarına, sağken kullandıkları ve sevdikleri eşyaları konulurdu. Hatta Firavunlar için, bugün bile ayakta duran ve hayranlıkla izlediğimiz piramitler yapılmıştır. Bu piramitler aynı zamanda Firavunların mezarlarıdır.
“Her şey öteki dünya ölçüleriyle değerlendirilmektedir. Ölüm bir rahatlıktır, bir uykudur, huzurdur. Kaçınılması değil, ulaşılması gereken bir yerdir. Dinginliktir, gerçek dünyadır.” (İşte Anadolu, sf. 21)
Bu yönüyle de Mısır Uygarlığı, daha sonra ortaya çıkan tek tanrılı dinleri etkileyerek, bu dinlerdeki Cennet kavramının gelişmesinde belirleyici olmuştur. (Tevrat’a göre Cennet, Dicle ile Fırat arasında bir yerdedir.) “Ancak Musa(…), Ege dinlerinin Hadesini de yanına eklemiş, Mısır’ın Cennet’inin yanına Ege’nin Cehennem ’ini de katarak yeryüzünde yaşayan insanları korkuyla denetlemek (terör estirme) yolunu yeğlemiştir.” (İ. Anadolu, sf. 21)
Anadolu Uygarlığının etkilediği kültür ve uygarlıklardan biri de Girit Uygarlığıdır. Girit Anadolu’nun uzantısı gibidir. Kültürel açıdan da bu böyledir. Anadolu’daki Ana Tanrı düşüncesi burada da egemen olmuş, yer adlarının bile dilbilimsel olarak Anadolu’daki adlarla benzer olduğu görülmüştür. Girit uygarlığı, Anadolu ve Mısır Uygarlığının bir sentezidir. Ünlü Girit Labirentleri ve bu Labirentte yaşadığı söylenen Minotaurus (Boğa başlı insan)’un Ana Tanrıça ile ilgili olduğu iddia edilmektedir. Boğa, Ana Tanrıça ile ilgili kutsal bir varlıktır. Labyrinthos’un iki ağızlı balta anlamına gelen (Ana Tanrıça ile ilgili) Labrys’dan türemiş olabileceği ileri sürülmektedir.
Anadolu’da kurulan ilk devlet Hitit devletidir. Peki, Hititlerden önce Anadolu’da kimler vardı? Kısaca değinecek olursak, Hititler Anadolu’ya geldiklerinde Güney ve Doğu Anadolu’da Hurriler, Orta Anadolu’da Huttiler, Batı’da Luviler, Kastamonu ve civarında Palalar, Orta ve Doğu Anadolu’da Gaskalar yaşıyordu.
Daha önce de belirttiğimiz gibi Ana Tanrıçanın en eski adlarından biri “Ma”dır. “Anadolu’da Ana Tanrıça ‘Ma’ adına onurlanmış birçok yer vardır.” (M.I. İnsanları, sf. 126) Araştırmacılara göre “Ma” Luvi dilinde “Ana” anlamına gelmektedir.
Luviler Anadolu’nun bilinen en eski halklarındandırlar. Belki de Anadolu Uygarlığının ilk temelini atanlar Luvilerdir. Hint-Avrupa dil grubuna giren bir dil konuşan Luviler hakkında araştırmacılar iki görüş ileri sürmektedirler. Bu görüşlerden ilki, “Luviler’in, yoğun göçlerin olduğu dönemlerde Hititlerle birlikte Anadolu’ya geldikleri”dir, diğeri ise “eskiden beri bu topraklarda var oldukları”dır.
Hitit belgeleri de böyle bir ülkenin Anadolu’da var olduğunu söyler. Bu belgeler, “Batı Anadolu, Arzava Beyliklerinin bulunduğu yön, ‘Luviya adlı bir bölgeyi işaret eder’ler. Luvili bir dildir(…) gövdesinin önce ‘Luvi’ sözcüğü olduğu sanıldı. Daha sonra bu sözcüklerdeki ana gövdenin “Lu” olduğu sezildi.”(M.I. İnsanları, sf. 72) “Lu” sözcüğünün Luvi dilindeki anlamının “ışık” olduğu sanılmaktadır. Böylelikle, Anadolu’nun ilk halklarından olan Luviler, ilginç bir tesadüfle, sonraki dönemlerde yaratılan Uygarlıkların da tanımını yapmışlardır. Öyleyse, Luviler Anadolu’nun “Işık İnsanları”, ilk “Işık Halkları”dırlar. Zaten Anadolu’da ortaya çıkarttığı kültür ve uygarlıklarla asırlar boyu insanlığın ışığı olmamış mıdır?
Hitit belgelerinde onlara Luvi deniyor. “Ancak onların kendilerine genel olarak, ‘Ma’nın insanları’, ‘Ana Tanrıçanın halkı’ anlamına gelen ‘Mada, Amada’ dedikleri sanılıyor.” (M.I. İnsanları, sf. 80) Anadolu kültürünün temelini Luvilerin attığı ileri sürülmektedir. “Anadolu kültürlerinin temellerinde, harç olan bir halk vardır. Bu halk Luviler’dir.” (M.I. İnsanları, sf. 59)
Luvilerin izleri Girit Uygarlığında da görülmektedir. Helenler Anadolu’ya geldiklerinde, Ege’nin öbür yakasında karşılaştıkları yerli halka “Pelasg” ve “Leleg” diyorlardı. Bu yerli halkın Luviler olduğu tahmin edilmektedir. Luvilerin izleri Anadolu’da günümüze kadar ulaşabilmiştir. Bugünkü şekliyle söylenen birçok yer ismi Luvi dilindendir. Luvicenin Helen diline de katkıları olmuştur. “Luvi ya da Pelesgos dilinde söylenen kalın sesli birçok sözcük Helen diline incelerek geçmiştir.” (M.I. İnsanları, sf. 125) Batı Anadolu’da kesinlikle Helen dilinden olan/gelen çok az isim vardır. Birçok ismin köklerinin Helen dilinde olmadığı, dönüşmüş olduğu bilinmektedir.
“Açıktır ki, bir Hint-Avrupa dili olmasına karşın Luvi dilinin de kendine özgü ayrımları vardır. Örneğin, (F. Streke göre) içinde ‘-nd, -nth’ sesleri taşıyan sözcükler sonu ‘-ssa, -da, -ra, -ma’ sesleriyle biten sözcükler, Luvi dilinin özgün sözcükleridir. (…) (B. Umar’a göre), ‘Dare-nd-e, İvri-nd-i, Sele-nd-i…’ ilk ağızda söylenebilecek örneklerdir.” (M.I. İnsanları, sf.69) Bu örnekler çoğaltılabilir. “Asp-nd-os, Aba-nd, Yu-nd” vb. Bugün Türkçe olarak kabul edilen ancak yöre ile taşıdığı anlam arasında benzerlik olmayan ya da anlam verilemeyen birçok yer adı bulunmaktadır. Sakartepe, Karagöl, Karadağ vb. Örneğin Sakartepe’nin “güzel”, “kutsal tepe” anlamında kullanıldığı söylenmektedir. “Üstelik, eski Anadolu dillerinde ‘doruk, baş’ anlamına gelen ‘kar’ sözcüğünden Türkçeleşmiş ‘kara’ ön adlı mekanlar her köşede çıkar karşımıza.” (M.I. İnsanları, sf. 100)
Anadolu’da görkemli birçok yerde “kara” ön adı vardır ve yaygın olarak kullanılmaktadır. Kuzey Ege’de ki Madra Dağı, “Ma”, “Adra”nın birleştirilmesinden ve “Ana Tanrıçanın erkeği” anlamına gelmektedir. Edremit adının “Adra” ve “Mut”tan geldiği ileri sürülmektedir. Anlamı ise, “Ana Tanrıçanın kocasının vadisi”dir. Edremit’in “Madra” ile “İda” (Mu) arasındaki vadinin başında olduğu gerçeği, yukarıdaki iddiayı güçlendiriyor.
Kalarga, “Kala”(iskele, kıyı), “Arga”(ışıklı), “ışıklı kıyı” anlamındadır. At anlamına gelen “Aspa”, bugünkü dilde kullandığımız “Sıpa” kelimesinin atasıdır. Örnekler daha da çoğaltılabilir. Işık İnsanlarının binlerce yıl önce yarattıkları aydınlık, bugünde üstümüze vurmaktadır.
Günümüzde insanların duygularını belirten giyinme geleneği o dönemlerde de vardır. Mysia’da Gambrion kentindeki bir mezar taşında şu mealde yazılar vardı: “Gambrion yasalarına göre, yas tutan erkekler sadece ‘beyaz’ giyebilirdi. Kadınlar için ise yas rengi koyu idi. ‘Kara’ idi, ‘gri’ idi, ‘kahverengi’ idi. Bugün de yaslı günlerde ‘kara’lar bağlamıyor mu insanlık!” (M.I. İnsanları, sf. 197)
Luviler güçlü bir devlet ya da büyük bir hegemonyaya sahip olmamalarına rağmen, izleri binlerce yıldır kaybolmamış ve günümüze kadar gelmiştir. İster Anadolu’ya sonradan gelmiş olsunlar, isterse ilk yaşayan insanlar olsunlar, köklü bir kültüre ve uygarlığa sahip oldukları ve bu topraklarda yaşamış oldukları kesin! Yerleşim yerlerine, yörelere vermiş oldukları isimler bin yıllardan beri kullanılarak bugünlere ulaşabilmiştir.
“…Bebek ana’sına ‘anniş’ diyecektir. ‘Baba’sına ‘tatış’ der, ‘patı patı’ yürür, gezmeye ‘attı’ye gitmek ister. ‘Anni; anne’, ‘tatış; baba’, ‘patı; adım’, ‘attı; uzak yerler’dir, Luviler’in, yani ‘Işık İnsanları’nın dilinde.” (M.I. İnsanları, sf.234)
“Işık İnsanları”nın Anadolu’ya bıraktıkları ışık bugünde Anadolu Halklarını aydınlatmaya devam etmektedir.