MANKURTLAŞMA
Ünlü Kırgız yazar Cengiz Aytmatov 1980 yılında yayınladığı “Gün Uzar Yüzyıl Olur” adlı romanında, kişinin öz köküne, kendine ve geçmişine yabancılaşmasını ayrıntılı bir şekilde anlatır. Eski bir efsaneye dayalı olarak mankurtlaşmadan, dolayısıyla yabancılaşmadan söz eder.
Orta Asya’da Juan -Juan adında barbar ve esir ettiği kölelerin algılarını değiştirme, kişiliklerini bozma, zihinlerini yeniden kurgulama ve eski benliklerini silmede çok “başarılı” yöntemler geliştirmiş bir topluluktan bahseder.
Juan-Juanlar, Orta Asya’da yaşamış bir kavimdir. Dördüncü yüzyılın sonunda Doğu İç Asya’da imparatorluk kurmuşlar ve 6.yy’ın ortasında Göktürkler tarafından ortadan kaldırılıncaya kadar da bu bölgede hüküm sürmüşlerdir. İşte bu kavmin, insanın hafızasını kaybetmesine ve öz benliğinden uzaklaşmasına yol açan bir işkence yönteminden söz edilir.
Önce esirin saçlarını kazırlar, sonra devenin en kalın derisinin bulunduğu boynundan bir parça alarak tutsağın başına sımsıkı sararlarmış. Acıdan dolayı yürek parçalayan çığlıkları duyulmasın diye elleri ayakları bağlı olarak ıssız bir yerde, sıcak güneş altında bir kütüğe bağlanarak, dört beş gün aç susuz bırakılırmış. Taze ve kalın deri tutsağın başını bir mengene gibi sıkarmış. Sıcaktan büzüşen deve derisinin kafatasına yaptığı baskı ve kafanın içinde ters yönde uzamaya çalışan saçların kafatasını delip, beyne doğru ilerlemesiyle tutsak büyük acılar çekermiş.
Sonra mankurt adı verilen köle çölden getirilir, boynundaki kalıbı çıkarılır ve ona yemek verilirmiş. Annesini, babasını, doğduğu yeri unutan tutsak artık kendisini sadece karnını doyurmaya çalışan bir varlık olarak görmeye başlarmış. Sahibi olarak gördüğü kişi, sıkça yemek verip onu kendine bağlarmış. Sahibinin her dediğini yaparmış. Düşünme ve muhakeme yeteneğini öylesine yitirirmiş ki, insan olduğunun farkında bile olmazmış. Bir tehlike arz etmeyecek kadar zavallılaşırmış. Bir insan mankurtlaştıktan sonra geri dönüşü olmazmış. Bu köleler birer insan olarak değil, ölünceye kadar, geçmişlerini hatırlamayan, belleğini ve bilincini yitirmiş birer yaratık olarak, yani “mankurtlaşarak” yaşarlarmış.
Aytmatov adı geçen kitapta mankurtlaşmayı şu şekilde anlatmaktadır: “Mankurt, efendisine sadık, onun sözünden asla çıkmayan, başkalarını dinlemeyen, karnını doyurmaktan başka bir şey düşünmeyen bir yaratık… Açlıktan ölmemek için yiyecek, donmamak için eskide olsa giyecek verdiniz mi, başka bir şey istemez… Ve bu mankurt, efendisinin emriyle, kendisinden, aslına dönmesini isteyen öz annesini bile öldürecek kadar kimliğinden ve kişiliğinden uzaklaşır…” Nitekim adı geçen romanda da mankurtlaşan kişi, kendi öz annesini öldürür.
Bu efsaneyi ve mankurtlaşmayı neden anlattık? Dünya son otuz yıldır böylesi bir süreçten geçirilmekte ve hızlı bir mankurtlaşma yaşanmaktadır. Efsaneyle benzerlikleri çok fazladır. Mankurt, sadece tarihin bir döneminde, başına yaş deve derisi geçirilip kızgın güneşin altında bir kütüğe köpek gibi bağlanan, ölmezse aklını yitirmiş bir ucube olarak ömrünü efendisine hizmete adamış bir kimse değildir. Günümüzde modern Juan-Juanlar ve mankurtlar olarak mevcutturlar. Örneğin ülkemizde, son yirmi yıldır Juan-Juanları temsil eden AKP iktidarı sayesinde Türkiye toplumu toptan mankurtlaştırılmıştır.
Avrupa ve ABD’li Juan-Juanlar, bugün dünyanın tüm geri kalanlarını mankurtlaştırmak için çalışmaktadırlar. Bu çalışma bilimsel ve teknolojik gelişmeler sayesinde yoğunlaşarak ilerlemektedir. Batının tarif ettiği Yeni Dünya Düzeni (YDD) ve neo-liberal ekonomi politikalar, Juan-Juanlar’ın kullandıkları deve derisinin yerini almıştır. Günümüzde mankurtlaştırma yöntemleri deve derisinden daha etkilidir. Bugün o devasa medyaları, TV kanalları, finans ve iletişim tekelleri, reklam şirketleri, bankaları, AVM’leri vs. aracılığıyla geri kalan tüm dünyayı kendilerine sadık birer mankurt yapmak için, modern Juan-Juanlar olarak el ele vermiş, çalışmaktadırlar. Dünyanın çok büyük bir kesiminde başarılı da oldular. Mankurtlaştırılmaya karşı direnen toplumlar ve ülkeler ise ya kargaşaya-kaosa sürüklendiler ya da bombalanıp işgal edildiler. Başta Ortadoğu olmak üzere dünyanın birçok bölgesinde yaşananlar bu durumun en bariz örnekleridir.
Devletler üzerinde olduğu gibi toplumlar üzerinde de mankurtlaştırma programları uygulanmaktadır. Savaş, işgal ve askeri müdahale dışında, bir toplumu bozmanın ve esaret altına almanın en başarılı yollarından biri de o toplumun kültürünü bozmak, yozlaştırmak, kendi öz benliğine ve değerlerine yabancılaştırmaktır. Bugünkü mankurtlaştırmanın etkili araçlarından biri de budur. Juan-Juanlar’ın kültürel yayılma ve dağılımları inanılmaz bir boyuta ulaşmıştır. Bugün ülkemizde yabancı pembe diziler, ıvır zıvır filimler, show ve yarışma programları vb. ya da bunlara özenilerek üretilen her türlü kültürel ve sanatsal nesne, sanki bu toplumun kendi öz üretimiymiş gibi ilgi görmekte ve sahiplenilmektedir. Hemen hemen bütün geri kalmış ya da bıraktırılmış ülkelerde durum budur. Batı merkezli kültür ürünleri ve tüketim maddeleri, müthiş bir sahiplenme duygusuyla tüketilmekte ve insanlar neyi-niçin-neden tükettiğinin farkında bile ol(a)mamaktadırlar. Amaç, bütün toplumları mankurtlaştırmaktır. Juan-Juanlar’ın kültürel ve teknoloji ürünlerini yayan sermaye, yerel işbirlikçi güçler aracılığıyla ve onlarla iş birliği içerisinde hüküm sürebileceğini keşfetmiş bir sermaye biçimidir. Onlarla çatışmaz. Onların aracılığıyla işler.
Küreselleşen Juan-Juanlar’ın sermayeleri, kültürel ve teknoloji ürünleri, dünyanın her bölgesini mankurtlaştırmaktadır. Bu durum mevcut diğer kültürleri, toplumsal yapıları, yaşam anlayışlarını zamanla ve süreç içerisinde altüst ederek, değiştirerek ve emperyalizm, “küreselleşme” adı altında dolduğu her kaba kendi şeklini vererek ilerlemektedir. Nerede duracağını kestirebilmek ise şimdilik mümkün görünmemektedir.