Mehmet Ali YAZICISanatSlider

Edebiyat Üzerine…

    Edebiyat, yani şu edebi, estetik ve konulu olan şey… İnsan için güzeli, doğruyu, iyi olanı arayan ve “insan”ın insanlaşmasına yüzyıllardır katkı sunmaya çalışan alan! İnsanın, gayri insanileş meye karşı verdiği kapsamlı mücadelenin en önemli aracı. Sözlükte, “Olay, düşünce, duygu ve hayallerin dil aracılığıyla sözlü veya yazılı olarak biçimlendirilmesi sanatı, yazın” olarak tanımlanıyor. “Literatür” anlamına da geliyor. Genel olarak şu ana başlıkları içeriyor; şiir, öykü, roman, mektup, günlük, deneme vb.

    Kaldı mı bunlar? Sanmıyorum, çünkü uçuk kaçık “post modern” zamanlarda yaşıyoruz. Görüntüyü göstermek ve izlettirmek, basılı kelime ve kavramlara üstün geldi.

    Fransız filozof Jean Baudrillard’ın dediği gibi, görüntüyü göstermek,                    “ben görüntüyüm” demek yeterli artık! “Herkes kendi look’unu arıyor. Kendi varlığını bahane etmek olanaksız olduğuna göre, kala kala görünüşü göstermek kalıyor, artık ne olmak ne de seyredilmek kaygısı bile taşınmıyor. Artık, ‘varım, oradayım değil’, ‘ben görünürüm, ben görüntüyüm’ -look, look! Narsizm bile denmez buna, bunun adı derinliği olmayan bir dışa dönüklülük, reklam amacı güden bir tür saflıktır, artık herkes kendisinin emprezaryosu olmuştur.” (Jean Baudrillard, Tam Ekran)

    Okumak, düşünmek, muhakeme etmek, sorgulamak ve bilmek toplumunda değil, Guy Debord’un ifadesiyle “gösteri toplumu”nda yaşıyoruz. Tarihin ironisi olsa gerek, gösteri çağının adını “bilgi çağı” koydular. Matbaa televizyona, kitap sanal âleme ve sosyal iletişim cep telefonuna yenildi. “Hayatı kolaylaştırıyor” denilerek insan ve insanlık değerleri teknolojiye teslim edildi. Her türlü saçmalığın adı sanat, edebiyat; her türlü çirkinliğin, yalanın adı bilgi, iletişim ve haberleşme oldu. Bu şekilde yazıyorlar, yayınlıyorlar ve çok iyi paralar kazanıyorlar; edebiyat, felsefe, kültür, din ve ahlak adına hareket edenler.

    Başkası söyledi mi bilmiyorum. Ben bu zamanlara “puşt modern” zamanlar diyorum. Çünkü her şeye bir puştluk kattılar. Edebiyattan felsefeye, politikadan sanata, kültürden spora, üretimden ticarete, dinden ahlaka hemen hemen her şeye, bu “post modern” denen puşt damgasını vurdu!

    Konusu, içeriği, derinliği, düşünsel değeri olan hiç bir şey yok artık. Öz ve biçim uyumluluğunu, estetik değeri, hak getire. En pespaye anlatılar roman, en altsız-üstsüz sözler şiir, en ahlaksız davranışlar ahlak, en imansız vaazlar din oldu. Deneme öldü, roman, öykü can çekişiyor, şiir ise genetik mühendisliğinin ilgi alanına girdi. Doli isimli koyun gibi sürekli klonlanıyor. Düşüncenin mikroskobu olarak tanımlanan felsefe hiç yok. Şairimiz, romancımız, âlimimiz, bilginimiz, yazarımız, öykücümüz, ahlakçımız çok ama şiir, roman, öykü, ahlak, erdemli davranış ve bilge insanımız yok!

Ya da şöyle mi demeliydim, şiir, roman, öykü, vaaz çok ama şair, romancı, öykücü, ahlakçı yok. Her ne ise…

Toplumcu gerçekçilik ve insana dair güzel olan her şey unutuldu; unutalı çok oldu. Artık “sanat toplum için mi, sanat sanat için mi?” sorusuyla ilgili, kimse kompozisyon yazmıyor. Burjuva anlamda toplumsal gerçekçiliğin ruhuna da el Fatiha… Eskiden sanatta toplumsal gerçekçiliği burjuvalar savunurdu. Örneğin, Balzac bir burjuvaydı ama zenginleri, sosyeteyi ve burjuva değerlerini, ahlaksızlığı, yaşadığı dönem itibariyle yerden yere vuruyordu. Şimdi burjuva edebiyatı, sanatı da, büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öper.

    Her türlü şirretlik, akıldışılık, saçmalık, kültür, sanat ve edebiyat adı altında pazarlanıyor. “Kendim için yazıyorum” diyen Orhan Pamuk “büyük” romancı ilan ediliyor. Hatta Nobel ödülü bile alıyor. Örneğin, Erol Toy’u, Orhan Kemal’i, Sait Faik’i kimse okumuyor. “Sadece yaşamak, anı yaşamak”, “eğlence ve cinsellik”, “zevk ve sefa”, “varoluşu kanıtlayabilmek için tüketim” vb., düşkünleşen insan türüne yetiyor. Bunun dışında insanlık için “büyük idealler” ve “büyük insanlık davaları” yok artık. “Hiç bir dava, ideal ve fikir, uğruna ölmeye, acı çekmeye ya da yaşamı feda etmeye değmez” diyorlar, puşt modernizmin teorisyenleri. “Dünyaya bir daha mı geleceğiz?” felsefesi her alana sızmayı başardı. Parlayan her şeyi altın sanıyor, sanat-edebiyat, din ve ahlak tüketicileri. Tiyatroya, sinemaya, konsere giderken insanlar biletin yanında birer de ABD patentli Coca-Cola ve hamburger alıyor ve tüketiyorlar. “Beş dakika aralarda”, Amerikalı sigara üreticisi Philip Morris’ın ürettiği Marlboro sigarası tutturuyorlar.

    Mahrem hayatlarını çıplak anlatanlar romancı oluyor. Duygu Asena ölüyor, badem gözlü oluyor. “Kadının (T)adı Yok” adında bir “büyük roman” yazıldı mı? Ben hatırlamıyorum!

    Küfür notları çok satıyor. Kadını en çok aşağılayanlar, kadını ve kadın sorununu en iyi anlatan kalemler olarak anılıyor. Rantiyeciler, emek hırsızları ve beleş yaşamayı alışkanlık haline getirmiş olanlar, emeğin, alın terinin ve çalışmanın kutsallığından dem vuruyor. Din ve ahlak üzerine konuşanlar, topluma vaaz veren ler, ahlaksızlık abidesi olarak karşımızda yükseliyor. Dünyanın edebiyat klasikleri ve büyük düşünce kitapları raflarda güzel duruyor. Vs.

    “Toplumcu Edebiyat Mı?” O şimdilik yok, ama eskiden vardı. İnsanı ilgilendiren her şeyi kendine dert edinirdi. Ta ki, Fransız devriminden bu yana insana dair her konuyu ele aldı, insanı değiştirmeye, daha çok insanlaştırmaya ve yüceltmeye çalıştı. Edebiyatta, kültürde, sanatta, felsefede toplumların büyük altüst oluş ve çalkantı dönemlerinde ortaya çıkardı. Yönetenler eskisi gibi yönetemeyince, yönetilenler ise eskisi gibi yönetilmek istemeyince gelişen toplumsal dalganın fitili, ateşi ve körüğü olurdu. Gorki’yi, Zola’yı, Dostoyevski’yi kaç insan hatırlıyor acaba? Ya da örneğin Fransız, İspanyol ve Rus edebiyatını kaç insan biliyor, okuyor?

    İnsana ait güzellikler ve evrensel değerler için mücadele tercih edilmiyor artık. Şimdi, toplumsal olarak ateş ve barutun peşinden koşan yok. Parçalanmış kişilikler ve hayatlar, toplumsalı değil bireyseli, paylaşmayı değil bencilliği, güzeli değil çirkin olanı tercih ediyorlar. Kültür, sanat, edebiyat, din, ahlak ve düşünce de o şekilde yön alıyor kendine.

    Yılgınlık, bezginlik, melankoli, sex ve cinsellik, duygu ve inanç sömürüsü istemediğiniz kadar çok. Bunları yazıyor, tekellerin, bankaların yayınevleriyle kitaplarının yayınlanması için on yıllık, yirmi yıllık, dolar üzerinden anlaşmalar yapan “toplumcu”, “solcu” , “sağcı”, “milliyetçi”, “liberal”, “İslamcı” “muhafazakâr” vb. yazarlar. Bir magazin gazetesi alana, bir popüler kültür kitabı bedava. Batakhane yosmalarına döndü şairlerimiz, yazarlarımız, denemecilerimiz… Aşk romanı ve aşk şiiri adı altında, cinsel maceralarını anlatmak için genç ve güzel kızlar, yakışıklı delikanlılar arıyorlar barlarda, meyhanelerde…

    Buralardan roman, şiir, öykü, deneme vb. çıkar mı? Sanmıyorum. Çıksa çıksa, Ahmet Altan ve “Aldatmak” gibi (bir kadının eşini aldatmasına yönelik güzellemedir!) romanlar çıkar!

Mehmet Ali YAZICI

Paylaşalım