Medya Halkın Afyonudur!
Bazı eleştirmenler medyayı Grek Panteonunda Tanrıların ulağı olan Hermes’e benzetmektedirler. Haklı bir benzetmedir bu. Bilindiği gibi Hermes, Baş Tanrı Zeus’un da özel habercisidir. Çok zeki ve kurnazdır. Yalan söylemesiyle, hile-dolan yapmasıyla ünlüdür. Bundan dolayı hırsızların, üçkâğıtçıların, kumarbazların ve tüccarların koruyuculuğunu da yapar. Onların baş yardımcısıdır aynı zamanda. Bugün burjuva medyanın; televizyon, gazete ve diğer kitle iletişim araçlarının yüklendikleri işlev göz önüne alındığında Hermes benzetmesi çok yerinde ve anlamlıdır.
Medya bugün, yalanın imparatorluğu olmuştur. Kapitalist sistemde denetimi üstlenerek sistem adına iletişim, haberleşme ve bilgilendirmenin yönlendiriciliğini yapmaktadır. İktidar araçları içerisinde belki de en önemlisi ve etkileyicisi olanı bilgidir. Dolayısıyla çeşitli kitle iletişim araçlarını bünyesinde bulunduran medya, bilgilendirme ve bilgi akışında önemli bir yere ve role sahiptir.
Dünyaya hükmeden sermaye tekelleri ve egemen güçler tüm iktidarlarını aldatmaya, yalana, hileye ve algı operasyonlarına dayandırdıkları için gerçeklerin ortaya çıkmasından, kitlelerin haberdar olmasından ve doğru bilgi almasından özenle kaçınırlar. Bu durum yalana dayalı bir iletişim şeklinin ortaya çıkmasına ve yaygınlaşmasına neden olur. Toplumun doğru bilgilendirilmesi, yaşanan olayların iç yüzlerinin sergilenmesi ve kitlelerin aydınlanmasını hedeflemek, sistemin kendi kuyusunu kazması demektir. Çünkü sistem tam anlamıyla haksız, hukuksuz ve adaletsiz bir temel üzerine kuruludur. Bu yüzden, egemenler için yalana dayalı bilgilendirme en yaşamsal silahtır. Marx, “din, halkın afyonudur” demişti. Günümüzde yaşıyor olsaydı dinin yanına, sanırım medyayı da eklerdi.
Hermes hayata ilk adımını attığı anda hırsızlık yapmıştır ve sonrasında hırsızların, soyguncuların, üçkâğıtçıların vb. koruyucu Tanrısı olmuştur. O, aynı zamanda ticaretle meşgul olanların yani tüccarların da Tanrısıdır. Temsil ettiği kazanç biçimi kurnazca hesaplara dayalı aldatmadan, hırsızlıktan, dolandırıcılıktan ve “şans” yardımıyla elde edilen kazanç biçiminden başka bir şey değildir.
Başta TV’ler ve “çok satan” gazeteler olmak üzere, toplumu özendirdikleri kazanç biçimleri, Hermes’in simgelediği kazanç biçiminden farklı mı? Hırsızlar, dolandırıcılar, kaçakçılar, kendi bankalarını hortumlayanlar, gazete ve özel TV’ler marifetiyle nerdeyse birer “ulusal kahraman” ilan edilmiyorlar mi?
“Rantiyelerin, mafya babalarının, vurguncuların, kibar fahişelerin yaşamları, dedikodu programlarında, dizilerde kamuoyuna ballandıra ballandıra aktarılmıyor, üretimci-emek sahibi insanlar ‘enayi’ yerine konulup bunlara özendirilmeye çalışılmıyor mu? İki sözcüğü bir araya getiremeyen, en temel müzik bilgisi, ses ve kulak yoksunu delikanlılar, genç kızlardan, hiç gayret göstermeden ‘star’ imâl edilip bunlar kısa süreliğine de olsa ışıltılı bir yaşama yükseltilmiyor ve (giderek kısalan) kullanma süreleri bittiğinde bir kenara fırlatılıp atılmıyorlar mı? Ekran ‘Bunlar Türkçeyi nerede öğrenmiş acaba? ‘ dedirten, iki sözcüğü bir araya getirmekten aciz, tek avantajları cömertçe sergiledikleri genç bedenleri olan çok bilmiş cahillerle dolup taşmıyor mu?” (Özgür Üniversite Kitaplığı, Medya Eleştirisi…sf.10)
Kapitalizmin geldiği aşamada tekelleşmenin yanı sıra ve onlarla iç içe geçmiş, piyasayı belirleyen güç odaklarının varlığı da bir gerçektir. Bu güç odakları, “yaşamlarımızı kuşatan ve belirlemeye çalışan” Tanrılar durumunu almışlardır. Tanrılar pazarında medya için Hermes’ten başkasını bulmak mümkün mü? Kelam Tanrısıdır O, yalanların Tanrısıdır. Her türlü şerefsizliğin, düzenbazlığın ve alçaklığın tanrısıdır. Emekçilerin, çalışanların kısaca yaşamı emeğiyle var edenlerin hakkını çalan hırsızların Tanrısıdır. En önemlisi de özel mülkiyetin kollayıcısı ve gözeticisidir. Elinde tuttuğu altın sopayla insanları uykulara daldırıp uyandıran, eşyanın şeklini değiştiren, olayları çarpıtan ve yalanın iktidarını “Dünya İmparatorluğu”na dönüştüren O’dur. İktidar sahiplerinin sözcülüğünü yapan, onların yalanlarıyla insanları aldatan ve zehirleyen odur.
Ülkemizde ki medya tekellerine baktığımızda aynı durum söz konusu değil mi? Devlet çetelerinin, iktidar ve iktidar sahiplerinin, hırsız siyasetçilerin, sermaye tekellerinin, haksızlığın, yolsuzluğun ve yalanın sözcülüğünü yaparak işçilere, yoksullara ve çalışanlara saldırmıyor mu? Hak ve özgürlüklerden yana, insani değerlerle donanmış ve insana saygılı bir yayıncılık/habercilik anlayışı var mı?
Medya yalan üretmekte ve halka yalan söyleyenlerin sesi-soluğu olarak evlerimize ve bilinçlerimize zehir akıtmaktadır. Alabildiğine süslü söylemlere, parlak görüntülere rağmen, ileri teknolojilerle yalan üretmenin, yalanı yaymanın etkin bir aracı haline gelmiş durumdadır. Bu açıdan bakıldığında, gerçek anlamda iletişimin ortadan kaldırılması için çalıştığı, şişirme ve asparagas haberlerle, yalanlarla ve manipülasyonlarla gerçek haberciliğin önünü kestiği gün gibi açıktır.
John Keane, “Medya ve Demokrasi” adlı yapıtında şunları yazmaktadır:
“Siyasal feylesoflar adalet, özgürlük, topluluk ve demokrasi gibi kavramların anlamını soyut olarak tartışıyorlar; medyanın onları ilgilendirmeyen, sadece iş saatleri dışında konuşulabilecek ya da hoşça vakit geçirilecek, gerçek bir değeri olmayan, ipe sapa gelmez bir şey olduğuna inanmışa benziyorlar. Sosyologlar ve medya araştırmacıları izleyicilerin tepkilerini, türlerin oluşumunu, şirket medyalarının ideolojik etkilerini ve yeni enformasyon teknolojilerinin kültürel sonuçlarını çözümlüyorlar. Parlak fikirli aydınlar kitap okuma merakının sona ereceğini ve çağdaş yaşamın hızlı kurgulu, üç dakikalık kültür satan medya şarlatanlarının egemenliği altına gireceğini tahmin ediyorlar. Bu sırada gazeteciler yazdıkları haberleri editörlerine teslim etmekte, program yapımcıları işverenle pazarlığa oturmakta. Diskcokeyler ha bire müzik pompalamakta. İşin politikasını belirleyenler, program kotaları, çapraz medya mülkiyeti sorunları, kablo ve uydu yayıncılığının denetim altına alınması konularına kafa yormakta. Ne var ki, hemen hiç kimse demokratik idealler ve kurumlar ile çağdaş medyalar arasındaki ilişki konusundaki temel soruları sormuyor.”
Bugün medyayı tartışmak ve sağlıklı eleştiriler geliştirmek bir zorunluluk haline gelmiştir. Medyayı iktidarın ve güç odaklarının elinden kurtarmak gerekiyor. Bunun yanı sıra alternatif medya ve kitle iletişim tarzını oluşturmanın yolları da aranmalı, farklılık yaratan “gerilla tarzı” yerel yayıncılık pratikleriyle “ulusal merkez”lerin, plaza yayıncılığının kuşatılması, önünün kesilmesi ve baskı altına alınması gerekmektedir.
(Mehmet Ali Yazıcı)