Slider

Bilinç ve altbilinç ya da bilinçaltı

Ruh, akıl, zekâ gibi insana ait özellikler, insan beyninin (yeni korteks) ürünleridir. Hepsi farklı içeriğe sahip görünseler de tüm bu kavramları bilinç üst başlığı altında toplamak ve değerlendirmek mümkündür. Çünkü bilinç dar kapsamlı bir içeriğe sahip değil, aksine insan etkinliğinin ve davranışlarının tüm yönlerini kapsayan bir özelliğe sahiptir.

Duyu organları aracılığıyla algılanan/duyumsanan dış dünyadan alınan verilerin kaydedildiği, işlendiği, birbirleriyle ilişkilerinin kurulup muhakeme yapılarak yeniden dış dünyaya insan etkinliği olarak dönmesini sağlayan insanın duyusal-zihinsel süreçlerinin toplamı olan bilinç sağlamaktadır. Toplumsal yaşam içerisinde de var olan bilinç; insan olarak gerçekleştirdiğimiz, gerçekleştirmediğimiz ve elbette gerçekleştiremediğimiz tüm etkinliklerin kaynağıdır. Duygularımız, düşüncelerimiz ve bunların yönlendirdiği, organize ettiği insani ya da gayri insanı etkinlik, hareket ve davranışlar bilincin dışında var olamazlar.

Bilinç maddenin kendisidir ve aynı zamanda hem özne hem de nesnedir. İnsan beyni, maddenin en yüksek ve en gelişmiş biçimidir. Bilinç de bu gelişmiş maddenin ürünüdür. Ve bilinç, maddesiz bir önceliğe sahip olmadığı gibi, tam tersine maddenin gelişmişliğinin bir sonucudur. Bilincin ortaya çıkışına ve gelişimine ancak maddesel süreçlerle ulaşabiliriz.

Canlı varlık, madde ve toplumsal bir yapı olmadan bilinçten söz etmek olanaklı değildir. Bu anlamıyla yaşamı var eden, belirleyen bilinç değil, aksine onun varlık temeli, gelişmesinin koşulu maddesel öncelik, maddi yaşam ve toplumsal üretim süreçleridir. “İnsanların varlığını belirleyen onların bilinci değil, tersine onların bilincini belirleyen onların toplumsal varlığıdır.” diyordu Marks. Ve Engels, sarayda yaşayanla kulübede yaşayanların aynı düşünmeyeceğini söylüyordu.

İnsan bilinci değişime açık bir yapıya sahip olmasıyla nesne özelliği gösterirken, olay ve olguları birbirleri arasında ilişkilendirip, bağ kurarak maddi yaşamın değiştirilmesi yönünde kullanmasıyla da özne işlevine sahiptir. İçinde yaşadığımız koşulları değiştirme isteğimizin kaynağı buradadır.

Gelelim insan vahşetinin gizlendiği iddia edilen alt bilinç ya da bilinçaltı kavramına.

Bilinçaltı, onu savunanlar tarafından tarif edilen şekliyle, insanın bilinç süreçleriyle gerçekte bir ilişkisi bulunmamaktadır. Sadece insanın bilinç süreçlerine etkisi olduğu iddia edilmektedir. Alt bilinç ya da bilinçaltı kavramı, materyalistlerle idealistler arasında sürekli tartışma konusu olmuştur. İdealizm yanlısı psikolog ve felsefeciler bilinçaltını, insanın bilincine ulaşmayan eksik algıların biriktiği bilinçdışı bir bölge saymışlardır. Öyle ki, Alman düşünürü Leibniz’in “bulanık algı” adını verdiği bu eksik algıların bıraktığı bilinç dışı izler bu bölgede toplanıyor ve zaman zaman da bilinci etkiliyordu. Ona göre bu bölge esrarlı bir bölgeydi ve bilinmesi olanaksız izlerle doluydu. Bazı düşünürler ise insan etkinliği ve davranışlarını bu bölgenin belirleyip yönlendirdiğini iddia edeceklerdi. Bir zaman sonra Freud bu bölgenin sırlarını çözmeye çalışacaktı ama bize göre başarılı sonuçlara ulaşamadı.

Materyalistlere göre bilinçaltının ya da alt bilincin bilinmeyecek hiçbir yanı yoktur. Herhangi bir olguyu ya da olayı algıladığımızda onunla birlikte ve onunla ilişkili olarak bir takım yan/tali bilgi ve olguları da algılarız. Dikkatimize bağlı olarak esas olguyla ilgilenir ve bu yan olgularla ilgilenmeyiz. Üzerlerinde durmadığımız ve dile getirmediğimiz için bilincimiz bu olgulardan doğrudan etkilenmez. Bilincimizde gündemleştirdiğimiz konuya bağlı olarak dönem dönem bu yan ya da tali olguları hatırlar, bilince çıkartırız. Bütün bunlar insanın bilinç süreçlerinde gerçekleşir ve yapay olarak oluşturulan alt-üst bilinç türlerine tabi olmadan gerçekleşir. İnsanın gayri insanileşmesinin nedenlerini buralarda aramamıza gerek yoktur.

Gramsci, “İnsan nedir?” sorusunu sorar ve bu soruya şu şekilde yanıtlar: “Aslında şunu sormak istediğimizi anlarız: İnsan ne olabilir? Bu ise, kendi kaderinin efendisi olabilir mi, kendini yaratabilir mi, kendi hayatına biçim verebilir mi anlamına gelir. Öyleyse insan bir süreçtir ve tam olarak kendi edimlerinin sürecidir diyelim.” İnsan bir süreç olduğuna göre, insan bilinci de bir süreçtir ve onu bir takım kompartımanlara ayırmaya gerek yoktur.

Erdoğan Özmen, “Psikiyatri, Psikoloji, Politika” adlı kitabında dile getirdiği şekilde söylersek, “(P)sikiyatri/psikolojinin birey bahsinde (temel bir varsayım olarak) taşıdığı felsefi bağlamın burjuva düşünme biçiminin temel dayanaklarından birisini oluşturduğu, toplumsal eylemin/dönüşümün odak noktasına ‘birey’i yerleştirerek bir anlam kaydırıcı vazifesine memur olduğu, toplumsal bütünlüğe dair analizler karşısında epistemolojik bir mevzi olarak gördüğü ileri sürülebilir.” Durum bundan ibarettir.

(Mehmet Ali Yazıcı)

Mehmet Ali YAZICI

Paylaşalım