Slider

Beyaz Zambaklar Ülkesinde

Beyaz Zambaklar Ülkesinde adlı kitap Finlandiya’nın eğitime önem vererek 60-70 yılda nasıl kalkınıp geliştiğini, daha doğrusu bir mucizenin nasıl gerçekleştiğini anlatıyor. Kitabın yazarı Rus bir papaz olan Grigory Petrov. Kitap 1923’de yayınlanıyor ve Türkçeye de çevriliyor. Atatürk kitabı okuyor ve çok beğeniyor. Okullarda ve Orduda okutulması için talimat veriyor.

Petrov papaz olmasına rağmen ilgisini eğitim alanına yönlendiriyor ve geri kalmış toplumlara nasıl faydalı olabileceğinin yollarını arıyor. “İnsanoğlu, yeryüzünün en değerli varlığıdır. O, yaratan Rabb’in baş tacıdır. Dünyada var olan her şey insan içindir. Yeryüzünün zenginlikleri ve güzellikleri insan için yaratılmıştır. İlim, felsefe, sanat ve din hep insanın olgunlaşması için vardır. Bunların her biri insanlığa hizmet etmek için oluşmuştur. Eğer tüm bunlar yeryüzünde daha mutlu, daha aydınlık ve gerçekten cennet hayatı sunmaya ve kurmaya hizmet etmeyeceklerse hiçbir önem ve değer taşımıyorlar demektir.”

Petrov bu düşüncelerden hareket ederek kendi ülkesinde değişim ve gelişim konusunda faaliyetler yürütüyor, vaazlar veriyor, konuşmalar yapıyor. Bu faaliyetleri Kilisenin dikkatini çekiyor ve papazlıktan atılıyor. Kendi ülkesinde şans verilmiyor ve sürgüne gönderiliyor. Her şeyini bırakıp ülkesini terk etmek zorunda kalıyor. Bu kez vaazları, kitap ve yazılarıyla yeni yaşam mimari olarak gördüğü başka ülkelere gidiyor. Yugoslavya, Bulgaristan ve Finlandiya gibi ülkelerde çalışmalarına devam ediyor.

Beyaz Zambaklar Ülkesinde, o zaman ki nüfusu 2 milyon olan Finlandiya’nın muhteşem kalkınma, gelişme ve uygar bir toplum olma hikâyesini ayrıntılı bir şekilde anlatmaktadır. Hiçbir yeraltı ve yer üstü zenginliğine sahip olmayan, doğal kaynaklar fakiri, her tarafı bataklık ve kayalık olan küçük bir ülkenin, kısa sürede ayağa kalkarak, yoksulluktan kurtulması ve siyasi, ekonomik ve kültürel açıdan gelişmiş bir refah toplumuna dönüşmesinin yolu ve yöntemini de gözler önüne seriyor. Bu başarının sırrı eğitimdir.

“Okul bizim temel zenginliğimizdir. Tabiat nimetlerini dağıtırken bize cimri davranmış. Bu eksikliği enerjimizle telafi etmek, vatandaşlarımızdan ülkemizin kalkınmasına azami ölçüde katkıda bulunmalarını istemek durumundayız. Biz de okullarda gençlerimizi güçlü ve dayanıklı olmaları için yetiştiriyoruz. Okulumuzu elimizden aldığınız an biz de biteriz.”

Ülkede eğitim sistemi yaşam pratiğine uygun ve uygulamalıdır. Okullaşma çok fazladır ve kendi sosyal dokularına uygun eğitim sistemleri mevcuttur. Okullaşma ve eğitimin bu kadar gelişmiş ve yaygın olması halkı okumaya teşvik etmekte, gazete ve kitap okuma alışkanlığını artırmaktadır.

Bir ülkede hainlerinde çıkabileceğini söylüyor Petrov ve bunun önemli olmadığını, önemli olanın halkın hainlere mi yoksa gerçek vatanseverlere mi temayüz edeceğinin altını çiziyor. “Her halkın içinden hem büyük şahsiyetler hem de aşağılık insanlar çıkabilmektedir. Bunlardan hangisinin iktidara geleceğini belirleyen temel etken halk kitlelerine hâkim olan ruh halidir. Halkın sahip olduğu değerler nelerdir? Zekâsı, iradesi ve vicdanı gelişmekte midir yoksa zehirli otlar sarmış gibi çürüyerek yok mu olmaktadır? Veya zavallı, utanç verici bir mevcudiyet için mi sarf edilmektedir?”

Petrov’un bu kitabı birçok eğitimci tarafından, uygar ve çağdaş ulus devletlerin kurulma ve gelişme aşamalarında uyulması gereken kesin bir reçete olarak değerlendirilmiştir. Verilen mesaj açıktır: İnsanlar ülkelerinin geleceğine dair taşıdıkları kişisel sorumluluğun bilincine varmazlarsa, ülkelerin kalkınması ve refaha kavuşması da mümkün olmayacaktır. Her bir insan gerçek vatandaş, gücü ve yetenekleri oranında yaşamın mimari olmalıdır. Çünkü “Halk nasılsa, onu yönetenler de öyledir. Bu yüzden de her halkın hak ettiği iktidarlara ve yöneticilere sahip olduğu eskiden beri söylenegelmektedir.”

İnsanın hayatının her döneminde kendine sorması gereken soruyu da yazıyor Petrov: “Kendi ülkemizde ne işle meşgulüz, halkımızın kaderinde nasıl bir rol üstleniyoruz?”

Son yazılarından birinde, Bulgar gençliği üzerinden tüm ülkelerin gençlerine sesleniyor adeta! “Hayatta istediğiniz mesleği seçebilirsiniz; örneğin profesör, doktor, bilim insanı, tüccar, subay, din adamı, köylü veya bakan olabilirsiniz, bu sizin yeteneklerinizle ve şartların uygun olup olmamasıyla ilgili bir durumdur. Fakat şunu hiçbir zaman unutmayın: Vücudunuz, aklınız ve ruhunuzun sahip olduğu bütün gücü vatanınıza ve halkınıza adamalısınız.”

“Gerçekten de, kahraman büyük insandır; şimşektir. Ancak halk kitleleri de balçık yığını ya da kuru ot tınazları değildir. Onlar, şimşeği meydana getiren bulutlardır.”

“Herkes hayattan mümkün olduğu kadar fazlasını almaya çalışırken, hayata da bir şeyler katmak gerektiğini düşünen yok.”

Onurlu birer insan olarak yaşamanın tarifini de yapıyor ve şunları yazıyordu: “İnsan hiçbir zaman ve hiçbir şey için eğilmemeli ve yerlere kapanmamalıdır. İnsan hayatı sürekli bir kültürel gelişim ve yaratıcılık, kendi içinde ve dış dünyada karşılaştığı kaba güçlere karşı verilen daimi bir mücadeledir.”

“Finlandiya’da insanlar fakirliklerinden utanmadan ve başkalarının söylediklerine aldırmadan kendi inandıkları gibi yaşıyorlar. Kadın ticareti yasadışı ilan edilmiştir. Ülkede yasal olarak faaliyet gösteren bir tek genelev dahi yoktur. Alkol tüketimine karşı amansız bir savaş verilmektedir.”

Kitapta, Finlandiya aydınlarının en parlak temsilcilerinden biri olan ve ulusal kahraman ilan edilen eğitimci Snelman’dan da söz eder Petrov. Onun halka yaptığı konuşmalardan alıntılar yapar. Snelman aydınlar ve din adamlarıyla ilgili, sırasıyla şunları söyler:

“Aydın olmak gösterişli bir kıyafet giymek yahut kolalı bir yaka ve modaya göre şapkayla dolaşmak değildir. Aydınlar halkın beynidir. Aydın olarak sizlerin vazifesi halkın zekâsını, vicdanını, irade ve enerjisini uyandırmak ve harekete geçirmektir. Halkın düşünme yeteneğini canlandırmak, işçileri, köylüleri ve toplumun alt kesimlerini daha iyi bir hayat kurmak için ne yapmaları gerektiği konusunda eğitmek – sizin göreviniz budur. Halkın cehaleti, kabalığı, ayyaş ve ahlaksız, hastalıkları ve fakirliği sizin utancınızdır, bu durumun suçlusu sizsiniz. Bakımsız, terk edilmiş boş arazilerde ne gül, ne elma ne de patates yetişebilir. Oralarda en fazla ısırgan otu, devedikeni biter. Halk kitlelerinin beyni ve kalbi de böyledir. ”

Snelman din adamlarına ise aşağıdaki gibi seslenir: “ Halkımız kaba, sert, açgözlü ve yalancıdır, hiç kimseye ve hiçbir şeye saygı duymamakta, kimseye güvenmemekte, her şeye ve herkese kuşkuyla yaklaşmaktadır. Böyle bir ortamda dine yer olabilir mi? Hangi dinden bahsedebiliriz? Dinsizlik – halkın sahip olduğu bütün kutsal değerlerin ölmesidir. Bunun sonucu olarak, insanlar hayvani duyguların esiri olur, maneviyatsızlık, ahlaksızlık, kaba egoizm, hırsızlık ve had safhaya varan duygusal çöküntü başlar.”

Ülkelerin ve toplumların, içinde yaşanılan dönemin gereklerine ve yeni gelişmelere göre hareket etmelerini tavsiye ediyor Petrov. “Eski bir söz vardır: ‘Yeni toplumlar yeni şarkılar üretirler.’ Zaman geçtikçe yeni nesiller geliyor. Yeni anlayışlar, yeni hedefler ve yeni istekler oluşuyor. Ve bu yeni nesilleri eski, köhnemiş kurallarla yönetemezsiniz.”

Ve en önemlisi de iktidarda olanlara sesleniyor: “Efendiler, ne zamana kadar bu saklambaç oyununa devam edeceksiniz. Durmadan vatanseverlikten, ulus sevgisinden, medeniyete hizmetten söz edersiniz. Ama ulus için, vatan için, medeniyet için ne yapıyorsunuz? Bazıları milyonlar çalarak sevgili vatanı namussuzca soyuyorlar.”

Snelman ise devlet memurlarına acı bir ironi ile şu soruyu yöneltiyor ve yine kendisi yanıtlıyor: “Kanunsuzluğun en büyük öğreticisi kimlerdir, biliyor musunuz? Memurların ta kendisidir. Kanunların temsilcileri. Onlar halka kanunlara karşı saygılı olmamayı öğretirler.”

Ve insanlara sesleniyor: “Sizler de canlı lamba gibi olunuz. Hayatın hangi noktasına konulduysanız her biriniz işinizde iyi olun, yanın ve etrafınızı aydınlatın. Soba yakıtla dolu olduğu zaman, ‘Ne yapmalıyım?’ diye sormuyor. Evi ve insanları ısıtıyor. Genelde hayatın soğuk geçtiğini düşünürsek, sizler de canlı soba olunuz ve ruhları ısıtınız.”

“Beyaz Zambaklar Ülkesinde” kitabının ilk Türkçe çevirisini yapan Profesör Ali Haydar Bey, yazdığı önsözde şunları söylüyor. Fazla yorum yapmaya gerek yok. Bu sözler aynı zamanda kitabın özeti oluyor ve bize vermeye çalıştığı mesajı da içeriyor:

“Bir şu ülkeye bak, bir de doğal zenginliklerden yoksun, kıraç göllerle dolu bir ülke olan Finlandiya’ya bak! Orası da senin ülken gibi bir zamanlar işgal altındaymış, yabancı kamçısı altında inlemekteymiş. Bu ülke, 60-70 yıl içinde akıllara durgunluk veren bir devrim yapmış, ileri ülkelerle yaptığı yarışta rekor kırmış. Bu ilerlemeyi de öyle büyük bilim adamları, güçlü liderleri olmadan yapmış. Ama güçlü nesiller, büyük yurtseverler, çalışmayı seven yurttaşlar, inançları granit gibi sağlam bir toplum yaratmışlar. Ülkenin yetiştirdiği bu insanlar, isimsiz kahramanlar, yer altında çalışan işçiler, halkın aydınlanması için çalışan kültür savaşçılarıdır. Yalnızca yurtlarını ve halklarını düşünmüşler ve bu uğurda her şeylerini feda etmekten çekinmemişlerdir. Bir kez de tükenmez doğal zenginliklere ve doğa güzelliklerine sahip olan kendi ülkeni düşün. Bizzat kendinin, çevrenin bu milli servetleri nasıl yok ettiğini ve yeni bir sömürgeliğe yol açtığını düşün! Bu durum karşısında sıkılmaz mısın, utanmaz mısın?”

(Mehmet Ali Yazıcı)

Mehmet Ali YAZICI

Paylaşalım