AYDIN ÜZERİNE…
Adaletsizliğin, haksızlığın, baskı ve sömürünün yoğun olduğu sınıflı toplumlarda aydın meselesi önemli bir konudur. Tek bir aydın tanımında buluşulamadığı için sürekli tartışılmış ve tartışılmaya da devam edilmektedir. Aydın tanımını sınıfsal bağlamından kopararak yapmak, ciddi kafa karışıklığı yaratmaktadır. Değişik dünya görüşüne sahip düşünürler farklı tanımlar yaparken, sınıfsal vurguyu öne çıkaranlarda bulunmaktadır.
Örneğin, yirminci yüzyılın önde gelen Marksist düşünürlerinden A. Gramsci, “organik aydın” kavramını ortaya atarak, ideolojik açıdan, toplumsal yaşamın yeniden üretiminde aydınların önemli görevler üstlendiğini belirtmiştir. Bu noktadan yola çıkarak, iktidar-aydın, iktidar-zor ve aydın-toplum ilişkilerini çözümlemeye çalışmıştır.
A.Gramsci “organik aydın”ı, sadece egemen sınıf ya da egemen siyasal iktidar adına ideoloji üreten seçkinler olarak görmez. Burjuvazinin feodalizmi alaşağı ederek, monarşiden burjuva demokratik yönetimlere geçildiği ve burjuvazinin kendi siyasal iktidarını kurduğu dönemde ortaya çıkan “yeni aydın” tipi olarak tanımlar. Bu tanım aynı zamanda kapitalist dönem öncesini temsil eden geleneksel aydının da reddini içerir.
“Organik aydın”, içinden geldiği toplumsal çevreyle, sadece ideoloji üretme anlamında değil, kültürel, siyasal ve ekonomik olarak da bütünleşmiş aydındır. İçinden doğup geldiği kesimi, her düzeyde en iyi şekilde temsil edendir.
Aydın tartışmalarında yanıt bekleyen en önemli soru, aydın kimdir ve günümüz toplumlarında işlevi nedir? Böyle bir sıfatı hak etmenin kriterleri nelerdir?
Aydın kavramının toplumda yaptığı çağrışım, daha çok sözlük anlamıyla ilintilidir. “Kültürlü, okumuş, görgülü, ileri düşünceli kimse, münevver” olmak, aydın kabul edilmek için yeterli sayılır. Görüldüğü gibi bu tanım, sınıfsallığı göz ardı etmektedir ve “mürekkep yalamış” herkes; gazeteci, yazar, akademisyen vb. aydın kategorisine sokulmaktadır.
Aydın tarifi yapılırken sınıfsal farklılıklar göz ardı edildiğinde tutarlı bir aydın tanımına ulaşmak zordur. Zaten, farklı aydın tanımları irdelendiğinde, bu farklılıkların sınıfsal duruş farklılığından kaynaklandığı çok rahat bir şeklide görülecektir.
Aydın, kısaca, siyasi görüşü, ideolojisi ne olursa olsun, yaşadığı çağın sorunlarına karşı duyarlı olan ve sorumluluk hisseden insandır. Çok şey bilen değil, var olan bilgi ve birikim düzeyiyle gerçekleri kovalayan, doğruların peşinden koşan, bu doğruları her koşulda savunan insandır. Aydın, ileriyi görendir. Toplumu bir bütün olarak, insanlık değerleri açısından ileriye taşımaya çalışan insandır. İnsanlık tarihinin geri değerlerini savunanlar, zulüm ve zorbalık karşısında tutum almayanlar, düşünsel ve pratik duruşlarıyla ileri insanlık değerlerini temsil etmeyenler aydın sıfatını hak etmezler.
Ülkemizde aydın tartışmaları Tanzimat’la birlikte başlamış ve kalkınmacılıkla eş tutulmuştur. İçeriğine bakılmadan “yeni olan” her şeyi savunuyor olmak, aydın olma ölçütü olarak kabul edilmiştir. Dönem dönem ortaya çıkan derin krizler, toplumsal ve siyasal sorunlar karşısında duruşlar, aydın olmanın ölçüsü olarak kabul görmüştür.
1980 sonrası neo-liberal saldırılar ve 1990’larda, soğuk savaşın ortaya çıkardığı kutuplaşmanın sona ermesiyle, dünyadaki demokrasilerde ve demokratik yönetim biçimlerinde bir daralma ve gerileme yaşandı. Bu durum, aydınları ve yapılan aydın tanımlarını da derinden etkiledi. Aradan bunca zaman geçmiş olmasına rağmen, kafa karışıklığı ve aydınlarının çıtalarını düşürmüş olmaları devam etmektedir. Aydın tutum, insanlık değerleri açısından çıtayı düşürmek değil, her koşulda doğrulardan yana taraf olmayı gerekli ve zorunlu kılar.
Aydın konusunda bir önemli yanlış da “tarafsız olması” gerektiği üzerinedir. Aydın, tarafsız olamaz. Yüklenmiş olduğu misyon gereği doğrulardan ve gerçeklerden yana taraf olmak zorundadır. Zarara uğrama ve kaybetme riski dahi olsa, haklının yanında yer almak durumundadır. Yaşadığı tarihsel süreçte olgulara ve olaylara tanıklık etmek, doğru ve haklı olandan yana taraf olmak, adaletin yerleşmesine katkı sunmak, aydın olmanın başta gelen ölçütüdür.
Güçlüden yana olanlar, statükonun sürmesine hizmet edenler, toplumsal sorunları maniple etmeye ve doğruların tespit edilmesini değil, tam tersi karartılmasını sağlayan kalemler asla aydın olarak kabul edilmemelidirler.
Gerçek aydınları değil, kargaları kılavuz olarak kabul eden bir toplum olduğumuz için karanlıktan aydınlığa, esaretten özgürlüğe, yoksulluktan refaha ulaşmamızda oldukça zor olacaktır.