Fotoğrafın ve Resmin Dili…
Fotoğraf, maddeden yansıyan ışığın toplanmasıyla oluşur, yani fiziksel olarak mümkün olmasa da dilin sınırlı idrakinde anlaşılsın diye söylersek ışığın “anlık” hapsedilmesidir; “anda” olan, olagelen nesnenin bağımsız hareketini yakalamaktır. Resim öyle değildir ve tamamen insan bilincinin ve kurgusunun yaratımıdır. Resimde bir roman bir hikaye bir olay okuyabilirsiniz; örneğin bunu en iyi yapan Rönesans ressamları Botticelli, Raphael, Caravaggio ve “ulus” çağının en büyük ressamlarından biri olan Goya başta olmak üzere Ressamın (insan bilincinin) kişilerin birbirlerine göre yerleştirildiği konumdan, mimiklerinden, mekanın seçilişinden hatta yaprakların şeklinden, renginden, ışığın tonlamasından vs. ne demek istediğini anlamaya çalışırsınız. Oysa fotoğrafta, fotoğrafçının niye o mekanı, kişileri, nesneleri seçtiğini anlamaya çalışmazsınız; olan, olagelen gerçek “anda” kaydedilmiştir; ressama niye o kişileri ve nesneleri oraya yerleştirmiş diye sorabilecekken bundan dolayı fotoğrafçıya kendi dışında oluşan gerçeğin öğelerini soramayız. Bu kıyasla fotoğraf daha nesnel (objektif) resim daha özneldir (subjektif) diyebiliriz. Ama hal böyleyken yani fotoğrafçıya “niye o kişileri oraya koydun” diye soramazken, fotoğraftaki kişilere “niye ordaydın” diye sorabiliriz. “Bir sanat dalı olarak kurgusal fotoğrafçılık da var” diye itiraz edebilirsiniz ama kişilere “niye ordaydınız” sorusu halen geçerliliğini korur.. Sorduğunuz kişi “gönüllü” olarak veya “zorlama” ile ordadır; “gönüllü”de iradi bir tutum söz konusuyken “zorlanan”da bir başkasının yani zorbanın iradesi söz konusudur..
Celladının evinin önünde el pençe durarak sırıtan “gönüllü” kişiye en hafif deyişle “ne işin var orda ve bu ne yüzsüzlük” diye sorabilecekken, Celladının başına silah dayadığı ve birazdan infaz edilecek zorlanan kişiye “ne işin var orda” diye soramazsınız..
Beynimiz imgelerle, şekillerle düşünmeye alışmış, alıştırılmış olduğu için hem resim hem de fotoğraf binlerce kelimeden daha fazla algımıza etki eder. Bu etki öylesine güçlüdür ki fotoğrafta görülen şeyi önceden doğrularımızı şekillendirmiş imgelere uydurmaya çalışırız; yani algımızı rahatsız eden bir görüntü ise doğrularımıza uyarlamaya çalışırız gerçeği göz ardı ederek; bir ressam gibi görüntüye bilincimizi de katarız. Oysa asıl olan irademiz dışında vuku bulan gerçektir. Celladının evine “gönüllü” girmişse kişi “niye ordasın” diye sormak anlamsızlaşacağı gibi algılarımızı rahatsız etmeyecek bir görüntü vermesini beklemek dee abesle iştigaldir; çünkü evin sahibi kuralları ve harekat sınırını belirliyor.
Fotoğraf karesine “gönüllü” girmesinden dolayı kişiye yöneltilecek “niye ordaydın” ve celladın kimliği sorusu anlamsızlaşırken diğer yandan adalet duygumuzdan dolayı mağduru zorla fotoğraf karesine sokan ve başına silah dayayan celladın kimliğini ve niye orda olduğunu sorarız; dün okuduğum Alman “Die Welt” gazetesinin bir haberine göre meraklı bir gazeteci adalet adına bu soruları sormuş ve bir katilin gerçek kimliğini 82 yıl sonra belirlemiş; 2.paylaşım savaşında Ukrayna’daki Yahudi soykırımının ikonik fotoğraflarından biri olan 60 lı yıllarda ortaya çıkmış fotoğraftaki katilin gerçek kimliğini bir tarihçi titizliği ile 10 yıllık araştırma sonucu belirlemiş; bunu belirlerken de günümüzde moda olduğu üzere, bir çok gazeteci ve tarihçinin yaptığı gibi “suça itilen genç, Nazilerin kucağına düşmüş çocuk” nitelemeleri gibi veya celladına “sizin işiniz de zor” diyerek şirinlik yapanlar gibi kötülüğü yumuşatmaya çalışmamış, kötülüğü tüm gerçekliğiyle resmetmiş..
Kötüye “kötü” diyemeyene kötü hükmediyordur…
“Die Welt” haberinin linki; https://www.welt.de/geschichte/article68de601e8016f8118e2fa6c5/ss-mann-in-der-ukraine-das-gesicht-eines-holocaust-taeters.html?source=puerto-reco-2_ABC-V46.0.C_current&fbclid=IwZnRzaANSO8tleHRuA2FlbQIxMQABHmeDA2n2BZzc1K7nnBvWY1n4DjVmgGhOy5vGClYyeh6225mjCtYrf6-yYkAA_aem_5tgdza26TTeD-tNFaao75A

