Mehmet Ali YAZICISlider

Din ve Bilim

Muhafazakâr ve dinci çevrelerin, kendilerinin hoşlarına gitmeyen ve beğenmedikleri düşüncelere karşı verdikleri refleks hep aynıdır; ya zorla susturmaya çalışırlar(Sivas’ta olduğu gibi) ya da ideolojik sapkınlık derler (Evrim Teorisine dedikleri gibi).

İdeolojiler onlara göre sapkın, bozguncu fikirler taşır ve uzak durulması gerekir. İdeolojilerin yanlış düşünce biçimleri olduğunu savunurlar. İşin esası şudur; bilime dayalı ve bilimsel düşünce ile desteklenen ideolojiler yanlış bilinç değildir. Devletlerin ve dogmatik düşünceye dayalı belli güç odaklarının oluşturdukları resmi ideolojiler ve fikirler yanlış bilinçtir. Dinler de resmi ideolojiler kapsamında değerlendirilebilir. Böylece farkında olarak ya da olmayarak kendi kendileriyle de çelişirler. Sanki dinleri ve dinsel düşünceleri savunanlar ideolojik davranmıyorlarmış gibi çok rahat bir şekilde ve cahilce saldırıya geçerler. Bu tutumlarında en önemli argümanları ise, “inançlarına saldırı” olduğu iddiasıdır. Bir söz Tanrı’nın sözü olunca ideolojik olamaz mı?

İdeolojiler siyasal ve toplumsal öğretilerdir. Bir devletin, bir partinin, bir grubun davranışlarına yön veren düşünce ve pratikler toplamıdırlar. Bu düşünce ve pratikler politik, hukuki, bilimsel, felsefi, dini, moral, estetik vb. değerlerden oluşur.

İdeoloji kavramının mucidi, Fransız filozof Destutt de Tracy’dır. Kavramı 1700’lü yılların sonunda ortaya atmıştır. Ona göre ideoloji bilimsel bir disiplindir. Doğru ile yanlışı, gerçek olanla gerçek olmayanı, bilimle hurafe ve safsatayı ayırmaya dönük bir bilimdir. Böylece o dönemde ideoloji bir “fikirler bilimi” olarak formüle edilir.

Uzun yıllar sonra, yine bir Fransız filozofu olan Louis Althusser, çalışmalarında ideoloji konusunu işlemiş, Devletin ideolojik Aygıtlarından (DİA) söz etmiştir. Althusser’e göre ideolojilerin maddi varlıkları vardır ve maddidir. Ona göre ideolojiler ritüellerle yönetilen uygulama hareketlerinde somutlaşırlar ve ete kemiğe bürünürler. Daha da önemlisi, Althusser’e göre, ideolojiler gerçeği çarpıtan unsurlar değil, tam aksine, onu üreten güçtürler.

Althusser bu tanımdan yola çıkarak Devletin İdeolojik Aygıtlarını(DİA) çözümlemeye çalışır. Bu aygıtların içinde dini de (farklı kiliseler sistemi) sayar. Zora dayanmayan, rızaya dayalı aygıtlardır bu kurumlar. DİA’lar devletin zora dayalı baskı aygıtlarıyla aynı şey değildirler. Devletin baskı, zor ve şiddete dayalı aygıtları hükümet, ordu, polis, mahkemeler, hapishaneler ve benzeri kurumlardır. Bunların tümü devletin, içlerinde şiddet barındıran baskı aygıtlarıdır. Burada “baskı” kelimesi, devletin fiziksel ya da psikolojik zor kullanması anlamında düşünülmelidir.

Devletin ideolojik aygıtları dolaylı olarak değil, dolaysız bir şekilde toplumsal yaşamda bireylerin karşısına çıkarlar. Hepsi de mevcut egemen anlayışın ideolojik temelli yansımasından başka bir şey değildirler. Toplumun her alanında vardırlar. Öğretimsel(eğitim-öğretim ve okul sistemi), aile, hukuk, siyasal(değişik partileri de içeren sistem), sendikal, haberleşme(basın, radyo-televizyon vb.) ve kültürel(edebiyat, güzel sanatlar, spor vb.), hepsi de Devletin İdeolojik Aygıtları(DİA) işlevi görürler.

Konumuzla ilgili olarak burada en önemlisi, dinin de bu aygıtlar içerisinde yer almasıdır. Din devletin ideolojik bir aygıtıdır. Her dönem ve her açıdan, kurum ve kuruluşlarıyla toplumun üzerinde bir hegemonya kurmaya çalışır. Bugün ülkemizde Diyanet İşleri Başkanlığı’na bütçeden ayrılan büyük pay ve verilen önem, bunun içindir.

Tarihte bilim ile din arasındaki ilişkiler hep sorunlu olmuştur. Din, bilimsel düşüncenin ve bilimdeki gelişmelerin önüne geçmek istemiş, engellemeyi başaramayınca da somut cezalar önermiştir. Örneğin, Orta Çağ Avrupa’sında Engizisyon Mahkemeleri esasta dinsel düşünceye darbe vuran ve dini gerileten bilim düşüncesini yargılamak ve cezalandırmak için kurulmuşlardı. Amaç, pozitif bilimlerdeki dinamik gelişmeyi fiziksel baskı ve yıldırma ile engellemekti.

Orta Çağ karanlığına karşı gelişen Aydınlanma, bilimin ve bilimsel düşüncenin özelde Hıristiyanlığa, genelde ise tüm dinlere ve dinsel düşüncelere karşı aklın ve bilimin zaferidir. Bilimsel gelişmeler karşısında Hıristiyanlık havlu atmasına rağmen, günümüzde yine de, örneğin genetik mühendisliğinin çalışmalarını engellemek için Kilise, elinden geleni yapmaktadır.

İslâm ise çeşitli yorumlara sığınarak direnmektedir. Artık şu kabul edilmelidir ki, dinler ve onlara yön veren kutsal kitaplarda yazılanlar bugün insanlığın sorunlarına hiçbir çözüm üretemez. Dinlerde önemli bir yan oluşturan ahlâksal öğütlerin de bir önemi kalmamıştır. Kapitalizm (sermaye) kendi ahlâkını daha doğrusu kendi ahlâksızlığını oluşturmuş, dinsel temalar üzerinden hareket edenler bile bu ahlâksızlığı yaşamlarının temeline oturtmuşlardır.

Tarihte bilimin dinle ilişkisi hep sorunlu olmuşken, bilim ideoloji ilişkisi sağlıklı bir şekilde kurulmuştur. Bilimin ideolojiyle ilişkisi kuramsal düzeyde, bir başka deyişle teori aracılığıyla olur. Teori ise bilindiği gibi, gözlem, kavram ve kategorilerle yapılır. Bilim dili, içinde geliştiği toplumsal, siyasal ve ekonomik yapının kavramsal çerçevesi ve birikimiyle ilintilidir. Diğer yandan da kendi ürettiği kavramlarla o toplumun düşünsel ve ideolojik düzeyini etkiler, geliştirir.

Burada şunu demek istiyoruz; bilimsel teorilerin bazı kavramlar oluşturup kullanabilmesi, toplumun zihinsel, düşünsel ve ideolojik düzeyinin o kavramların ortaya çıkmasına elveren bir ortama ve olgunluğa ulaşmış olmasını gerektirir. Diğer yandan, böylesi bir gelişme, yani bilimin her teorik atılımı yeni bir kavramsal yapının oluşmasını sağlar ve eskiden kopuş daha da kolaylaşır. Bu düzey yoksa, o toplumda, bilim insanlarının bireysel çıkışları dışında ne bilimsel düşünce ne de bilimsel gelişme olabilir.

Bugün İslamiyetin yürürlükte olduğu toplumların en önemli handıkabı budur. İslâm’ın düşünce sistematiği, insanların zihinlerini dumura uğratmış, soru sordutmaz, sorgulatmaz ve yargılatmaz hale getirmiştir. Onların zihinsel dünyalarında tek bir gerçek vardır: Dinin emrettiği şekilde yaşamak ve din için savaşmak!

Bilim, her türlü keyfi irade ve yaptırımdan bağımsız, kendi yasalarının olduğu kabulünü gerektirir. Bu yasa ve ilkeler çerçevesinde hareket eder. Dinsel düşünce ise insana dogmatikliği, kutsal kitabın söylediklerine ve hadislere(sünnete) bağlılığı emreder. Kutsal kitapların söyledikleri asla tartışılamaz ve değiştirilemez.

Bu katı yaklaşım, İslamiyette daha da keskin bir şekilde kendini gösterir. Dünya değişir ama ayet ve hadisler asla değişmez, ancak yorumlanabilirler. Bir şeyi az da olsa değiştirmeden geliştirmek bilimsel olarak mümkün değildir. İslâmcı çevreler, Kur’an’ın değişmeden bugünlere gelmiş olmasını çok büyük marifetmiş gibi söylerler ve bunu dinlerinin sağlamlığına kanıt olarak gösterirler.

Marx, mealen, dirilerden çektiğimizden daha fazlasını ölülerden çekmekteyiz, der. Atalarımızın ilk başlarda metafizik düşünce biçimleriyle hareket ederek ruhların varlığına inanmaları ve animizm inancını ortaya çıkarmaları, doğa karşısında ki çaresizliklerinin sonucu olmuştur. Şamanizm, totemizm vb. gibi inançlar ve giderek, sınıflı toplumlarda ortaya çıkan tek tanrılı büyük dinler, hep bu çaresizliğin ürünüdür. Yani, tanrılar insanlardaki ussal şaşkınlığın nedeni değil, sonucu olarak ortaya çıkmışlardır. Tanrıyı insan yaratmıştır ve daha sonra da kendi yarattığı şeye kölece inanmaya başlamıştır. Aynen para-insan ilişkisinde olduğu gibi. İnsan, kendi icat ettiği paranın esiridir şimdilerde.

Bilime dayanmak ve güvenmek gerekiyor. Bilim ve bilimin yöntemi, hayata bakışımızın da anahtarı olmalıdır. Bir şeye körü körüne inanmakla, bir şeyi nesnel durumu itibarıyla anlamaya çalışmak ve sonra inanmak aynı şeyler değildir. Dinci ve muhafazakâr kesimler için acı ama gerçek olan şey, insanlık tarihinde dinler artık miadını doldurmuş olmasıdır. İçinden geçtiğimiz dönemde dinsel ideolojilere sığınmaya çalışmak son çırpınışlardır. Bunu kabul etmek gerekiyor. Doğa bilimlerinde ki her gelişme, dinsel düşünceye büyük darbeler vurmuş ve insan toplumları için gereksizliğini her geçen gün biraz daha açığa çıkartmıştır. Bugün sır olarak görünen, evrene ve dünyaya dair olgular gelecekte mutlaka açıklanacak, bunu da dinler değil, bilim yapacaktır.

(Mehmet Ali Yazıcı)

Mehmet Ali YAZICI

Paylaşalım