Mehmet Ali YAZICISliderSöyleşiler

Bir Halk Filozofu: Sakallı Celal

 

Sakallı Celal, Cumhuriyet döneminin en önemli aydınlarından biri olsa da, çoğu insan onu tanımaz. Pek fazla tanınıp bilinmese bile, yine de ünü ülkeyi sarmış, veciz sözleri dilden dile dolaşan ve unutulmayan bilge insanlardan biri olmuştur. Bir “eski zaman kahramanı” olarak bilinir ve tanınır. Sıra dışıdır ve yaşadığı dönemin çok ilerisinde fikirlere, ufuk genişliğine ve yaşam anlayışına sahiptir.

Asıl adı Celal Yalınız’dır. Soyadına uygun bir şekilde yaşamış ve kimseye de boyun eğmemiştir. Sakallı Celal namıyla bilinir. 1886-1962 yılları arasında yaşamıştır. Osmanlı’nın son dönemlerine ve Cumhuriyet’in ilk yıllarına tanık olmuştur. İlginç ve hepsi birer zeka ürünü olan sözleriyle, ülkenin ve toplumun durumuyla ilgili gerçekçi aforizmalarıyla, bu iki dönemi karşılaştırmaya çalışmış, Cumhuriyet yanlısı olmasına rağmen, CHP’nin tek parti yönetimini ve sonrasında iktidara gelen DP yönetimini her fırsatta eleştirmiş, kurulan yeni rejimden memnuniyetsizliğini sürekli dile getirmiştir.

Sakallı Celal, II.Abdülhamit dönemi Bahriye Nazırı (Denizcilik Bakanı) Hüseyin Hüsnü Paşa’nın oğludur. Galatasaray Lisesi’nden 1907 yılında mezun olmuştur. Üniversite eğitimi için devlet bursuyla Fransa’ya gönderilmiş ancak okulu bitirmeden geri dönmüştür. Yazılı bir eser bırakmamıştır. Ondan bugünlere kalan, ikili ve dost sohbetlerinde söylediği, başkaları tarafından not edilen, daha sonra halk deyişine dönüşerek anonimleşen nükteli, kısa ve aforizmatik sözlerdir.

Sakallı Celal namıyla bilinen Celal Yalınız, bir çoğumuz ismini ve hayatını ayrıntılı bilmesek de, söylediği sözlere aşınalığımızdan dolayı aslında bildiğimiz ve tanıdığımız bir düşünür, bir halk filozofudur. Sözleri ve özlü deyişleri halk arasında kullanılmaya devam etmektedir. Bu söz ve aforizmaların bazıları şunlardır:

*Türkiye’de aydın geçinenler Doğu’ya doğru seyreden bir geminin güvertesinde Batı yönünde koşturarak Batılılaştıklarını sanırlar.

*Bu ülkede ilgililer bilgisiz, bilgililer de ilgisizdir.

*Bu kadar cehalet ancak tahsille mümkün olur.

*Meşrutiyeti getirdik olmadı, cumhuriyeti kurduk olmadı. Biraz ciddiyete ne dersiniz?

*İnsanoğlunda zeka, midyede ki inci gibidir. Hepsinde bulunmaz.

*Bastonunu yere çaksan filiz veren bu bereketli ülkede biz, aç kalma mücizesini de becerebilmiş bir milletiz.

*Hiçbir yoğurtçunun yoğurt olduğu görülmediği gibi, hiçbir Türkçünün de Türk olduğu görülmemiştir.

Sakallı Celal çok iyi Fransızca bilir ve büyük bir entelektüel birikime sahiptir. İçki ve sigara kullanmaz. Sağlıklı, güçlü, hazırcevap, esprili, kültürlü, hiç evlenmemiş, bakımsız, giyimine kuşamına pek önem vermeyen, derbeder, ama titiz, babacan, ütopik sosyalist bir halk dervişidir. Örnek alınacak sağlam bir kişiliğe ve güçlü bir karaktere sahiptir.

Dramatize edilen komik şeyleri tiye alacak kadar hoş bir anlayışa sahiptir. Evine yapılan bir polis baskını aramasında, polis, duvarda asılı duran Karl Marx portresine bakarak “bu kim?” diye sorunca, “rahmetli dedem” diye yanıtlaması, hazır cevaplılığına güzel bir örnektir. Bazı anlatımlarda ise, polisin bu yanıta karşılık, “Böyle nur yüzlü bir dedenin nasıl senin gibi bir komünist torunu olur!” diye azarladığı rivayet edilir.

Devletin onu rahat bırakmaması nedeniyle, yaşamını idame ettirmek için değişik işlerde çalışmıştır. Öğretmenlik ve öğretmen vekilliği yapmıştır. Öğretmenlikten atıldıktan sonra Aydın’da incir fabrikasında çalışmıştır. Çöpçülerin ücretini az bularak, bu durumu protesto etmek amacıyla çöpçülük de yapmıştır.

Paraya pula ve maddi şeylere hiç önem vermemiştir. Öyle ki, Galatasaray Lisesi’nde öğretmen vekilliği yaptığı dönem de öğrencilerine askıda ki ceketini göstererek, “Parası biten, cebimden alabilir.” dediği anlatılır.

Türkiye’nin aydın ve akademik çevrelerinden onu tanımayan, hemen hemen yok gibidir. “Yakın arkadaşları arasında Yusuf Ziya Ortaç, Ahmet Haşim, öğrencim de dediği Nazım Hikmet, Ordinaryüs Matematik Profesörü Ali Yar, Haldun Taner ve Ali Sami Yen, çevresindekiler arasında Nurullah Ataç, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Kazım Taşkent gibi çeşitli isimler ile Melih Cevdet Anday, Orhan Veli gibi pek çok şair ve yazar yer alır.”

Sakallı Celal hakkında bilgi ve belgeleri, yazar Orhan Karaveli tarafından kaleme alınmış olan, “Sakallı Celal-Bir Bilinmyene Ünlünün Yaşam Öyküsü” adlı kitapta bulabilirsiniz. Sakallı Celal ile ilgili ilk ve tek kitaptır. Benim bildiğim kadarıyla, üzerine yapılmış bir akademik çalışma da yoktur. Sakallı Celal, Cumhuriyet düzeninin resmi ideolojisine aykırı yaşamı ve fikirleri nedeniyle unutulmaya terk edilmiş ünlülerden biridir.

Şimdi, başta Orhan Karaveli’nin adı geçen kitabı olmak üzere bazı ünlülerin kaleminden de geniş alıntılar yaparak Sakallı Celal’ı daha yakından tanımaya çalışalım.

“Sakallı Celal, 1886 yılının kazma kürek yaktırdığı bir mart gününde Miralay Hüsnü Paşa ve Ayşe Melek Hanımın üçüncü oğlu olarak dünyaya gelir. Çevresine biraz tepeden bakan annesi ile Celal’ın yıldızı hiç barışmaz. Çocukken annesinin ‘paşa hanımı’ tavırlarına sinirlendiği için makam faytonunda kendini arabacı askerin yanına atıp annesini utandırırdı. Zaten sonradan annesi için ‘Askerler babama selam durduklarından daha çok anneme selam dururlardı. Benim annem Abdülhamit’in dişisidir.’ diyecektir.

Aynı Ayşe Melek Hanım, Celal devlet bursu ile Fransa’ya siyaset bilimi okumaya gittiğinde, oğlundan gelen, ‘Devlet katında bölümü ile ilgili değişiklik ricasında bulunması’ isteğine, ‘Devlet neyi uygun görmüşse onu tahsil et… Onlardan daha iyi mi bileceksin?’ cevabını vermiştir. O günden sonra Celal Bey, o meşhur sakalını koyverip bir daha da kesmemiştir.

Sakallı Celal yaşı geldiğinde ailesince Mekteb-i Sultani’ye, bugünkü adıyla Galatasaray Lisesi’ne 110 numara ile kaydedilir. O vakitten sonra ne o Sultani’den ne de Sultani ondan vazgeçer. Liseyi bitirdiğinde Fransa’ya üniversite eğitimi için gittiyse de tamamlayamadan geri döner. Celal Bey o dönem için ‘fazla geniş’ vizyonu, ileri görüşlülüğü ile tahmin edileceği gibi dokuz köyden kovulur. Öğretmenliğe başladığındaki ilk görev yeri Üsküp’te öğrencilerden bir futbol takımı kurduğunda, şeytan icadı oyun yüzünden ‘komünist’ olarak nitelendirilir ve görevden alınır.

Sonrasında gittiği Kastamonu’da öğrencilerine hurafelere inanmamaları yönünde verdiği öğütler nedeniyle sakıncalı ilan edilerek yine görevden alınır. Ankara Sultanisi’nde din derslerini azalttığı ve erkek öğrencilere bayan öğretmen atadığı için uyarılır.

Devlet memuru olamayacağını anlayıp çareyi Aydın’da incir fabrikasında çalışmakta bulan Celal, burada da rahat edemez. İşçilere yardım ettiği gerekçesiyle komünist olduğu düşünülür ve evi basılır. Kitapları ve eşyaları talan edilen Sakallı Celal, polise ne aradıklarını sorunca, ‘Fakir işçilere yardım ediyormuşsun! Yani komünistmişsin! Biz de bunun belgelerini arıyoruz.’ yanıtını alır. Celal Bey, işaret parmağıyla kafasını göstererek ‘aradıklarınız burada’ yanıtını verir.

Bir başka gün, taşıdığı ruhsatlı silahına el konduğunda, silahı taşıma nedeni olarak, ‘Bu polis eskiden padişahın ve hilafetin polisiydi. ‘Padişahım çok yaşa!’ diye bağırmayanları yakalayıp zindana tıkardı. Düpedüz zulüm aracıydı emrinde olduğu padişah ve hilafetin. Şimdi devran değişti, Cumhuriyet ilan olundu ve bu polis Cumhuriyet’in polisi olup çıktı! İyi de ben bu polise nasıl güvenebilirim? Yarın birileri punduna getirip bir kez daha ‘hilafetin polisi’ olmayacakları ne malum? O nedenle ben bu silahı gerektiğinde Gazi Paşa’yı ve Cumhuriyet’i korumak için taşıyorum.’ der.

Sakallı Celal, hayatı boyunca kimseden yardım almaz. Rivayete göre, gösterişli görünmemek adına bilerek eskittiği paltosu, içine kitaplarını doldurduğu çuvalı ve ‘özgürlük’ olarak nitelendirdiği sakalıyla, kendi yağı ile kavrulur. Dönemin tüm düşünür, yazar ve profesörleri tarafından el üstünde tutulur.

Rasih Nuri, hocası olan profesör Kerim Erim ile birlikte yürürken, Erim’in yolda ki bir çöpçünün elini öptüğünü ve bu kişinin Sakallı Celal Bey olduğunu söyler.”(Age. Orhan Karaveli)

“Celal Bey, Bahriye Mektebi Nazırı Hüseyin Hüsnü Paşa’nın oğlu ve Mekteb-i Sultani mezunu olduğunu sık sık unutup ve unutturup herhangi bir sokaktaki adam kişiliğine bürünmekten çok zevk alırdı. Ankara vapurunun ünlü süvarisi Şefik Kaptan bana ön güvertede halatları saran sakallı bir çımacının kendisine Lamartin’in ‘Le Lac’ şiirini ezbere okuduğunu anlatmıştı. Bu kadar güzel Fransızca bilen bu çımacıyı o güne kadar hiç görmediği için baş çarkçıya sormuş, o da bu sakallı zatın İstanbul’dan İzmir’e biletsiz gitmek için boğaz tokluğuna çımacılık yapmak istediğini anlatmıştı. Celal Bey’in, istese bu kadarcık parayı dostlarından borç alması işten bile değildi. Ama öyle esmiş, öyle yapmıştı. Böyle oyunlara bayılırdı.”(Haldun Taner, Kitaplık, Şubat 2003)

“On beş on altı yaşlarındayken Baudelaire’i aslından okurdum. Bir gün bizim orada, Göztepe’de, Baudelaire’i okuya okuya yolda yürüyorum. Sakallı Celal karşıdan geliyormuş, ben farkında değildim. Dalmış gitmişim kitaba. Bana yaklaşınca, ‘Okuduğun o kitap ne senin?’ diye sorunca kaldırdım başımı baktım. Gösterdim kendisine kitabı. Baktı, baktı yüzüme. Ben o zaman suratı çil içinde sapsarı bir oğlandım. ‘Sen büyük adam olursun oğlum’ dedi ve yürüdü gitti. Büyük adam olamadık ama Baudelaire’in birçok şiirleri aklımızda kaldı.”(Nazım Hikmet Ran)

Sakallı Celal 1962 yılında geçirdiği beyin kanaması nedeniyle hayata gözlerini yumar. Mezar taşına, ismi yanında, çok sevdiği hocası, şair ve filozof Tevfik Fikret’in şu dizesi yazılıdır: “Bahçıvan bir gül için bin dikene katlanır.”

(Mehmet Ali Yazıcı)

Mehmet Ali YAZICI

Paylaşalım