Normal bir hayat
Peki şimdi nasıl geçmeli bundan sonra günler, zamanlar? Bir ‘normale dönmek’ tartışmasıdır gidiyor günlerdir. Deprem bölgesindeki şehirlerin dışında yaşayan, yakınlarını kaybetmemiş, bu yüzden de doğrudan etkilenmedikleri yanılsamasına düşenler arasında.
Bülent Ortaçgil’in eski bir şarkısı var, 90’lardan. Dönemin Türkiye’sini sakin, yumuşak sesiyle özetlediği; Normal. Bugünlere nasıl geldiğimizin notalara dökülmüş hali gibi şarkı. Sosyoloji, tarih, politika tezlerine dalmadan ülkeyi anlamak isteyenler için reçete niyetine, birebir.
“Biri anlatsın hemen, nedir bu normal” diyor Ortaçgil. Sahiden, nedir bu aradığımız, bir an önce dönmek istediğimiz normal? Ölülerimiz bile gömülmemişken daha. Kayıplar bulunmamışken.
Duvarlar, kolonlar, kapılar degil sadece yıkılan. Binlerce hayal, yüzbinlerce ihtimal. Uzak köyler, şehirler değil karanlığa boğulan. Sarsılan binalar değil. Hayatlar.
Normale dönmekten kasıt rutine, günlük, sıradan dünya işlerine dönmek olsa bile, içinde bulunduğumuz durumda, bu nasıl mümkün olabilir? Yaşanan şey, sıradan bir doğa olayı, bir afet değil. Yüzbinlerce insanın göz göre göre ölümüne neden olan bir katliam. Kader değil, Katliam.
Diyalektiğe inanırım. Tarihsel olaylar arasındaki neden sonuç ilişkilerine. Bağlama ve bağlantılara. Tarihin katmanlarına.
Depremin merkez üssü Maraş ile sarsılan bu ülke, 1978’deki Maraş Katliamı’nın yol açtığı kırılmalarla biçim almış 12 Eylül’ün üzerinde yükseliyor. Darbenin de merkez üssüydü. Olay değildi Maraş, kader de. Katliam.
Metafor yağmurları, tesadüf kuşları değil burada üzerimizden geçen. Tekkeler, tarikatlar, panzerler… Ve onların besleyip büyüttüğü rant simsarları, çetelerdir bizi şimdi, şurada ezen, öldüren, enkaza çeviren.
Normal diye tanımladığımız, geri gelsin diye beklediğimiz eskimiş zaman, katliam ve yoksulluk getiren bir düzen. Normal midir katliam? Bu kötücül karanlıktan çıkış yolunu aramak, bulmaktır normal olan.
‘Normale dönmemek’ müziği kısmak kapatmak, şarkı söylemekten vazgeçmek de değildir ama. Din ile şaşı olmuş bir ahlak anlayışının, farkında olmadan hücrelerimize işlemiş olmasından müziğe, sanata vurduğumuz mühür, sansür.
En sağlıklı hayatta kalma mücadelesidir müzik. En etkin protesto biçimi. Işığın sızdığı çatlak. En güzel isyan. Yıkıntılar arasında piyano çalan genç adamı, enkaz altında çocuklarına ninni söyleyen anneyi, işkenceyle elleri kesilene dek gitarını bırakmayan Viktor Jara’yı hatırlamalı durmadan.
“Karanlık zamanlarda şarkı da söylenecek mi? Elbette şarkı söylenecek, karanlık zamanları anlatan.” demişti Bertolt Brecht.
Bu bin yıllık karanlık, insanları buluşturan müzik, sanat ve felsefeyle aydınlanabilir ancak. Böyle yükselir çatlaklar arasından sızan ışık. Böyle çoğalır. Ve çatlaklardan sızan ışığın izinde bulunur normal bir hayat.
Semiha Durak