Fırınlar ve Fırın İşçileri
Anadolu insanı ekmeği kutsal kabul eder ve yaşamının, yaşam mücadelesinin gerçek anlamını sembolik olarak ona yükler. Onun üzerinden yaşamı ifade etmeye çalışır. Hayatı, bir açıdan da “ekmek kavgası” verdiği alan olarak görür ve tüm yaşam faaliyetlerini bu kavgayla ilişkilendirerek dile getirir. Yaşam mücadelesi ona göre, ekmek mücadelesi ve kavgası demektir. Ekmeği elde etmenin zorluğunu her fırsatta dile getirir. Bir lokma ekmek için çalışır, emek gücünü ekmek parası kazanmak için satar. Ter döker ve her türlü zorluğa onun için katlanır. Ekmeğiyle oynanmasından ve ekmeğinin çalınmasından hoşlanmaz. Ekmeği ile oynayanlardan nefret eder ve böyle durumlarda ölümü bile göze alır. Bu yüzden yüz yıllardan beri ekmek kavgası, başta şiir ve roman olmak üzere edebiyatın birçok alanında da önemli konu başlıklarından biri olmuştur. Örneğim, Maksim Gorki’nin Ekmeğimi Kazanırken adlı yapıtı bunlardan biridir ve alanında klasikleşmiştir.
Yüzyıllardan beri zorluklarla kazanılmasından ve kıt olmasından dolayı; baskı ve sömürüden kaynaklı açlığın, yokluğun ve yoksulluğun da etkisiyle ekmek “nimet” olarak kabul edilmiş, kutsallaştırılmış, kutsallığını da bugüne kadar sürdürmüştür. Anadolu’da hala, yere düşmüş küçük bir ekmek parçası bile, yerden alınır, öpülerek yüksek bir yere bırakılır. Bu hareket, ekmeğin zorluklarla elde edilmesinde harcanan emeğe saygının bir ifadesi olarak da anlaşılabilir.
Ekmek tüketimin temel unsurlarından biridir ve beslenmenin en önemli kaynağıdır. Geçmiş rakamlara göre Türkiye’de günlük ortalama 120 milyon adet ekmek üretimi yapılmaktadır. Günlük ekmek israfı, yani çöpe atılan ekmek sayısı ise 12 milyondur. Günlük üretilen ekmeğin yüzde 10’u israf edilmektedir. Yapılan hesaplamalara göre 1,5 milyar dolar, yıllık ekmek israfından dolayı çöpe gitmektedir. Böylece her gün düzenli olarak milyonlarca lira çöpe atılmaktadır. Tabii ki bu durumdan ilk sırada, ekmek üreticileri faydalanmaktadır. Tüketiciler tarafından yapılacak olan ekmek tasarrufu, ekmek üreticilerinin ve fırın sahiplerinin hoşuna gitmemektedir.
Eskiden, özellikle kırsal kesimde evlerde yapılan ekmek artık yapılmamaktadır. Ekmek, tüketicilerin kendi üretimleri olan bir gıda maddesi özelliğini yitirmiştir. Fırınlarda üretilen ekmek satın alınmakta ve bu tüketim anlayışı alabildiğine yaygınlaşmış ve genişlemiştir. Buğdayda kendine yeterliliği olmayan, daha doğrusu, neoliberal politikalar sonucu buğday ekiminin neredeyse bitirildiği ülkemizde, tüketimin artmasından dolayı milyonlarca ton buğday dışarıdan ithal edilmektedir. Her yıl dışarıdan ortalama 6,5 milyon ton buğday ithal edilmektedir. Gıdada dışa bağımlılığın en önemli kalemlerinden birini de buğday ve un oluşturmaktadır.
Gelelim esas konumuz olan fırın işçilerinin durumuna… Her gün ekmek aldığınız fırında çalışan işçilerin hangi şartlar altında çalıştıkları ve çalışma koşullarının nasıl olduğunu hiç merak ettiniz mi? Tüketici olarak bizler, ekmeğe zam yapılmasına öfkelenirken, fırın işçilerinin ücretlerinde ki tek artış kaynağının ekmek fiyatlarına yapılan zam olduğunu biliyor musunuz? Peki, haftalık, aylık ya da yıllık, hiç izinlerinin olmadığından haberiniz var mı?
Fırın işçileri sıcak yaz aylarında çalışma şartlarının ağır olmasından tatil günlerinin olmayışına, ücretlerinin düşüklüğünden gece çalışmalarına ve günde 10-12 saat çalışma sürelerinin olması gibi birçok sorunla karşı karşıyadırlar. Fırın işçileri senenin 365 günü bilfiil çalışmaktadırlar ve haftalık, aylık, yıllık, bayram vb. izin haklarına sahip değildirler. Bir gün bile dinlenemezler. Genellikle sürekli geceleri sıcağın karşısında ve un tozunun içinde çalışıldığı göz önüne alındığında, bunun ne demek olduğu daha iyi anlaşılır. Fırın işçisi, herhangi bir acil durumdan dolayı zorunlu olarak izin alması gerekirse, kendi yerine çalışacak ve aynı işi yapabilecek başka birini yine kendisi bulmak zorundadır.
Türkiye’de fırın işçilerini tek başına temsil eden herhangi bir kurum, örgüt veya sendika mevcut değildir. Dernekleşme çabaları vardır ancak başarıya ulaşmamıştır. Sosyal ve ekonomik açıdan onları destekleyecek, güçlendirecek, sorunlarını dile getirecek ve haklarını koruyacak herhangi bir kuruma ya da örgütlenmeye sahip değildirler. Bu başarısızlıkta en büyük pay, fırın sahiplerine aittir. Çünkü bu tür çıkışları kendi çıkarları açısından sürekli engellemektedirler.
Çalışma koşullarının ağır olmasına rağmen sosyal hakları ve iş güvenceleri yoktur. Meslek olarak iş tanımları/tanınmaları da yapılmış değildir. Çoğu sigortasız çalışmaktadır ve birçoğunun ücreti asgari ücretin de altındadır. Çocuk işçi sayısı da, diğer sektörlere göre yoğundur. Asgari ücret alan ve sigortası yatırılan işçi sayısı, sigorta kayıtlarına göre çok azdır. Ayda otuz gün çalışmalarına rağmen, komik bir şekilde aylık birkaç gün sigorta yatırma uygulamasına bile maruz kalmaktadırlar. Tazminatsız işten çıkarmalar ise haddinden fazladır.
Sektörün ve çalışanlarının sorunları bir yana, daha vahim olanı, fırıncılık alanında toplam olarak ne kadar insanın istihdam edilip çalıştırıldığının dahi bilinmemesidir. Devletin bu konuda herhangi bir resmi kaydı ve istatistiği mevcut değildir. Daha doğru bir deyişle, devlet ve siyasi iktidarlar bu alanın bilgi ve sorunlarına hakim değildirler. Bu sektörde ne tür oyunların döndüğünü bildikleri halde, kaç insanın çalıştığını, bu insanların sorunlarının neler olduğunu vb. şeyleri ısrarla göz ardı etmektedirler. Gerekli denetimler yeterince yapılmamaktadır. Alanın tek hâkimi ve tek söz sahibi; fırın sahipleri, fırın sahiplerinin kurdukları dernekler ve bu derneklerin bir araya gelmesinden oluşan federasyonlardır.
Bir diğer nokta ise, özellikle büyük kentlerde fırın sahiplerinin mafya ile olan ilişkileridir. Abartısız söylemek gerekirse, mevcut fırınların tahsisatını, kimin hangi fırını satın alıp ya da kiralayacağını, pazar paylarını hatta, ekmek dağıtım alanlarını bile mafya belirlemektedir. Fırın emekçilerinin yoğun bir şekilde sömürüye maruz kalmalarında ve örgütlenememelerinde mafyanın da payı olduğu bilinmektedir.
Diğer taraftan, fırın işçiliğinin İŞKUR’da bile, tanımlanan iş listesinde kaydı ve iş tanımı yoktur. Fırın işçisi iş bulmak ya da kayıt yaptırmak için bu kuruma gittiğinde, tanımlanan iş kayıtlarında mesleğine göre bir iş bulunmamaktadır. Kurumun belirlediği işkolları arasında “fırın işçiliği” diye bir bölüm ya da başlık mevcut değildir. Halk eğitim merkezlerinde fırın işçileri yetiştirme kursları da bulunmamaktadır. Fırın işçilerine yönelik düzenli kurslar veren bir kurum, bildiğimiz kadarıyla henüz mevcut değildir. Çalışan fırın işçilerinin çoğunun ustalık ve kalfalık belgesi yoktur. Olanlar ise düzenli olarak kursa gidilmeden, pratik eğitimden uzak, birkaç saatlik teorik salon eğitimiyle hasbelkader verilmiştir.
Bugün ülkede ruhsatsız, dolayısıyla kaçak fırın sayısının 12 binin üzerinde olduğu tahmin edilmektedir. Ruhsatsız fırın işletilmesi sorunu öyle bir noktaya gelmiştir ki, geçtiğimiz yıllarda, fırın sayısına sınırlama getirilmesi ve her 15 bin kişiye bir fırın uygulamasına gidilmesi üzerine tartışmalar bile yapılmıştır. Ruhsatsız fırınlarda çalışan fırın işçilerinin durumlarını düşünmek bile, insana ürküntü vermektedir.
Siyasi iktidarın sektöre yönelik düşündüğü tek çözüm, ekmek fiyatlarına taban fiyat uygulaması getirilmesi ve bunun herhangi bir şehirden başlatılmasıdır. Bu ise, örneğin İstanbul’da belirlenecek ekmek fiyatının (tek fiyat) ülkenin her yerinde tek ve geçerli fiyat olarak uygulanması şeklinde düşünülmektedir. Fırın işçilerinin meslek sorunlarına, ekonomik durumlarına ve sosyal haklarına yönelik herhangi bir çalışma mevcut değildir. Medya da bu sektörde çalışan emekçilerin sorunlarına ilgisiz kalmaktadır. Sektörün, özellikle çalışanlarının yaşadıkları sorunlar ise sürekli göz ardı edilmekte ve ertelenmektedir. El atılan konular ve sorunlar ise devamlı olarak fırın sahiplerinin lehine çözüme bağlanmaktadır. Ekmek fiyatlarının ülke genelinde sabitlenmesi düşüncesi de bunlardan biridir. Kritik bir sektörde çalışıyor olmalarına rağmen fırın işçileri ise sahipsizdir!
(Mehmet Ali Yazıcı/Sendika.Org)

