BİLİM VE TEKNOLOJİ
İçinde yaşadığımız çağ, “bilgi çağı” olarak tanımlanıyor. Bilginin çoğalması, uluslararası yayılması ve iletişim teknolojilerinde ki gelişmeler, insanlığa bu imkânı tanıyor. Ülke olarak ithal teknoloji ürünleri tüketiyoruz ama yaşam şeklimize ve düşünce alışkanlıklarımıza bakınca bu çağdan ve bilimsel bilgiden bihaberiz. Öğrenmeyi, değişmeyi, dönüşmeyi ve çağın felsefesini yakalamayı değil, ilkel düşünmeyi ve geleneksel değer ve anlayışlara sarılarak yaşamayı seviyoruz. “Gökyüzünde ki meleklerin bacaklarını seyrediyorlar” diye rasathane yıktıran bir anlayışın günümüzde ki uzantıları gibiyiz. Eğitim-öğretim sistemimiz, din, gelenek ve göreneklerimiz bilime, zihinsel değişime ve dönüşüme izin vermiyor. Ülke olarak sabit bir noktada hareket etmeyi tercih etmiş durumdayız ve yüzyıllardır aynı yerde bocalıyoruz.
Doğa bilimlerinin beş yüz yıldır dünya, insan ve evren hakkında sağladığı olağanüstü bilgi ve başarılar, modern insanı geliştirmiş, ufkunu genişletmiş ve yaşamını kolaylaştırmıştır. Dünya üzerinde başarı sağlayan insan, bilime ve bilimsel düşünme yöntemine çok şey borçludur. İçinden geçtiğimiz dönemde çoğu toplum ve ülke bunu kabul etmemekte, tarihin gerisine dönüş hareketleri yaşamaktadır. Ne yazık ki Türkiye’de bu ülkeler arasındadır.
Bilimi benimsemeden ve bilim üretmeden, teknoloji ürünlerini çok seven ve tüketen, bilim ile teknolojiyi aynı kabul eden ender ülkelerden biriyiz. Oysa birbirlerinden ayrılmayan bir bütün olarak görülseler de bilim ve teknoloji aynı şeyler değildir. Daha doğrusu, teknoloji bilim değildir. Teknoloji bilimsel çalışmaların bir sonucudur ve bilime bağlı olarak gelişir. Bilim ise meraktan ve dünyanın sırlarını akılla çözmekten doğar. Bilimin gösterdiği yolda ancak teknolojik sonuçlar ortaya çıkabilir. Teknoloji bilim üretmediği gibi, bilim de illa teknoloji üretecek diye bir zorunluluk yoktur.
Çağımız aynı zamanda bilimde, sanatta, kültür ve edebiyatta kuralsızlığın, başıbozukluğun ve insanlık değerlerini hiçleştiren saçma bir felsefenin kabul gördüğü, post-modern bir çağdır. Gelişmiş ülkelerde üretilen bu tür anlayışlar esasta bizim gibi az gelişmiş ülkelerde rağbet görüyor. Dinin de etkisiyle yanlış bilim anlayışları destek buluyor. Nesnel bilginin mümkün olmadığı ve bugün kabul gören bilimsel bilgi ve görüşlerin gelecekte yanlışlanabileceği anlayışı yayılmak isteniyor. Bu anlayış ülkeyi yöneten politikacılarında işine geliyor. Onların her dediğine araştırmadan ve sorgulamadan inanan bilgisiz bir toplumu yönetmek elbette çok kolaydır ve yönetenlerin de işine geliyor.
Böylesi bilim düşmanlıklarına karşı ünlü bilim felsefecisi ve filozof Bertrand Russell şunu der:
“Bilim her zaman doğru olmayabilir, ancak nadiren yanlıştır ve kural olarak doğru olma şansı bilimsel olmayan kuramlara göre çok daha fazladır. O nedenle de bilimi varsayım olarak doğru kabul etmek akılcı bir yaklaşımdır.”
Einstein ise bilimi “her türlü düzenden yoksun duyu verileri ile düzenli düşünceler arasında uygunluk sağlama çabası” olarak tanımlar.
Bilimin yöntemi deneyseldir ve var olan somut gerçeklerden yola çıkarak, doğrulanabilir yasalar ortaya koyar. Bu sürecin ortaya çıkardığı sonuçlar aynı zamanda teknolojiye uygulanarak insanların yaşamları kolaylaştırılır. Teknoloji, bilimin bulduğu ve tanımladığı yasalara bağlı kalarak, insanoğlunun ihtiyaçlarına uygun ve yaşamına yardımcı olan alet ve araçların üretilmesi için gerekli bilgi ve yeteneklerin tamamıdır.
Bilimsel yasa ve sonuçlar dikkate alınarak, bilimin elde ettiği genel ve kesin kurallara göre insan yaşamını iyileştiren ve kolaylaştıran mekanik ya da elektronik aletler yapmak, teknolojik üretimdir. Teknolojinin çeperi bilimdir. Bu nedenle temel bilimlerde (fizik, kimya, biyoloji gibi) gelişme gösteremeyen ülkeler teknoloji üretemezler.
Milyonlarca yıldan beri insanoğlunun yeryüzündeki yaşama ve bunun geliştiği doğa ortamına duyduğu merak, onu yaşam koşullarını iyileştirmek için çalışma yapmaya yöneltmiştir. Doğayı anlama çabası, doğanın sırlarını çözümlemek gerçeğini de beraberinde getirmiştir. Bu çabaların sonucu olarak temel doğa bilimleri gelişmiş ve bu bilimler sayesinde bilimsel yöntem yaşamın tüm alanlarını kapsar duruma gelmiştir. Hala, ortaya atılıp da kanıtlanamayan bilimsel teoriler mevcuttur. Bu teoriler sayesinde bilimler de süreklilik kazanmıştır. Bilim kesintisizdir ve ortaya çıkardığı sonuçlar insanlığın yararına kullanıldığı zaman toplumlarda, kısıtlılık durumları ortadan kalkacak, daha kolay ve rahat yaşam şartlarına kavuşacaklardır.
Bütün bu anlattıklarımızın sonucunda diyebiliriz ki, ülkemizde bilimsel merak yoktur ve bilim yapılmamaktadır. Daha da önemlisi, özellikle AKP iktidarları döneminde, Cemaat ve Tarikatların da etkisiyle bilime düşmanlık baş göstermiştir ve hızla topluma yayılmaktadır. Buna karşın teknolojik ürünlere düşkünlüğümüz had safhadadır. Bilim üretmeyen bir ülke, teknoloji üretemez. Üretmeye çalışırsa da bilimde gelişmiş ülkelere bağımlılık ilişkisi içerisinde milyarlarca dolar harcayarak ancak teknoloji ithal edebilir. Ve ithal ettiği teknolojiyi de asla geliştiremez.
Temel bilimler alanında Cumhuriyet dönemiyle birlikte bir atılım olsa da bu kalkışma akim kalmış, son yıllarda ise, özellikle eğitim ve öğretim alanında, başta üniversitelerde olmak üzere temel bilimlerden uzaklaşılmıştır. Dünyada bilimsel gelişmeler alanında ve üniversiteler arasında Türkiye’nin esamisi bile okunmamaktadır. Osmanlıda ki “bilime ve bilimsel gelişmelere duyarsızlık” geleneği, Osmanlı mirası olarak devam etmektedir. Osmanlının yaptığı gibi bugün artık gereksinim duyulan şeyleri sefere çıkıp fetihlerle elde etmek mümkün değildir. Merak edilen ve karşımıza soru olarak çıkan sorunları, kutsal kitaplara bakarak cevaplar bulup aşmak da imkânsızdır. İçinde yaşadığımız çağda ülkelere ve toplumlara, kısacası dünyaya yön veren bilim ve bilimse düşüncedir; ilerlemeyi sağlayan bilimsel ve teknolojik gelişmelerdir. Ülke olarak daha fazla gecikmeden bunu bir an önce idrak etmemiz gerekir.